Ülkemizde "Cenazelerimizin namazını kıldıracak adamlar bulunamaz olduk" tarzı şikâyetlerin vicdanları titrettiği bir dönemde İmam-Hatip Okulları açıldı ve kısa zamanda halkımızın teveccühüne mazhar oldu. Nice isimsiz kahramanlar bu okulların harcıyla karılıp tuğlasıyla örüldüler. Benim de mensubu olmaktan onur duyduğum bu okulların halk (seçmen) nezdindeki itibarı ve sayıları arttıkça siyasetçilerin iştahı da aynı oranda kabardı.
Zaten eskiden beri ideolojik sebeplerle İmam-Hatiplere karşı olan bir kitle vardı. Yine de bu okullara türlü şekillerde destek veren büyük kitle, özellikle mezun ve mensupları, söz konusu okulları siyasetten uzak tutmaya özen gösteriyor, sadece ilimde ve meslekî donanımda ilerlemelerini istiyorlardı. Fakat ülkemizdeki siyasal ve ideolojik kamplaşma da dünyada bir benzeri az görünür derecede derinleşiyordu.
Nihayet 1970 başlarından itibaren İmam-Hatip Okulları siyaset ve ideolojinin içine çekilmeye başlandı. Bu okulların mezun ve mensupları siyasal ve ideolojik istismarlara bir süre direndiler; ne var ki –İmam-Hatip Okullarına ideolojik ve şartsız karşıt olanların da tersinden katkılarıyla- o dirençler bitirildi.
İmam-Hatiplerin ideolojik karşıtları, bu ülkenin tüm eğitim kurumlarına en büyük kötülüğü 28 Şubat (1997) kararlarının uygulanması sürecinde yaptılar. Şimdi karşıtlarının "yandaş" dediği medya organlarının çoğu da o zamanlar bu zulme cümbür cemaat alkış tutuyorlardı.
Akademi de öyleydi. Ben Sivaslıyım. O günlerde Sivas Cumhuriyet Üniv. İlâhiyat Fakültesi Dekanı olan bir meslektaşım benimle bir hatırasını paylaşmıştı: YÖK, o süreçte bu fakültemizin öğrenci kontenjanını 20'yle sınırlamış. İlginçtir ki, –o zamanlar İlâhiyat Fakülteleri, ülkemizde kanlı-katillerden daha sıkı takip edilen başörtülülerin kısmi sığınağı olduğu için- bu 20 öğrencinin 19'u kızmış. Erkek öğrenci bir gün dekana gelerek, "Tek olmaktan sıkıldım; başka fakülteye yatay geçiş yapacağım" demez mi! "Oğlum, yapma, etme; sana burs bulayım" vs. demişse de adam dinlememiş ve dediğini yapmış.
Bunlar hep yaşandı. Ama ideolojik saplantının karşılığı başka bir ideolojik saplantı olmamalıydı; kanı kanla değil, kanı suyla yumak gerekirdi; Hele de konu, ülkenin 200 yıldır çözemediği en büyük meselesiyse! Konu 'maarif meselemiz'di. Vaktiyle o yanlışları yapanlara karşı rövanşist davranarak onlara öfke ve kin yüklemek yerine, müsamahakâr davranarak mahcup edilmelilerdi. "Rahmeten li'l-Âlemîn"in yolundan gittiğini söyleyenlerden bu beklenirdi.
***
Şunu düşünmenizi rica ederim: Eğitimin zorunlu olmadığı dönemlerde eğitimdeki problemlerimizi çözdük mü zorunlu eğitimi 5 yıl yapınca çözdük mü Kesintisiz 8 yıla çıkarınca çözdük mü 2012'de 12 yıllık kesintili sisteme geçince çözdük mü Şimdilerde açıklandığı gibi 12 yılı aşağıya çekince çözeceğimize inanıyor muyuz Çözemeyeceğimizi bu işin teknik uzmanı olmayan ben biliyorum da bakan, müsteşar, onca eğitim-öğretim camiası bilmiyor mu O zaman halk çoğunluğu, "Yukarıdakilerin hesabı başka…" diyenlere hak vermeyip de ne yapsın
Şimdiye kadar sayısız defalar gördüğümüz gibi şimdi de MEB Bakanının düşünüldüğünü söylediği zorunlu eğitimin süresini aşağıya çekme projesi uygulandığında sorunlar yine devam edecektir. "Devam etmeyecek" diyenler bu ülkeye uzaydan gelmiştir. Üstelik şimdi uğruna milleti oyaladığımız ideoloji de uzun vadede zarar görecek. Şimdiden bunun işaretleri görülüyor. 28 Şubat projesinin hali ortada!

3