Kâbe: İlk Evimiz

"Ne yap yap, kalbi olan bir yol seç."

Uzun yıllar önce okuduğum bu cümle asıl mânâsını İslamiyetin iki kutsal beldesi Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere ziyaretimizde kavradım. "İslam'ın kalbine yolculuktu bu. İslam da fıtrat dini olduğuna göre insanlığın kalbine yolculuktu.

İslam insanlığa indirilmiş son vahiy. Son Peygamberin vahiy geleneğini mühürlediği din. Ekmel din. İnsanlığın sapmalarına karşı ve yeniden sapabileceği ihtimaline karşı etrafına çevrilen sur. Bu surun içine girmek şereflerin elbette en büyüğü. Ama iş orada bitmiyor. Asıl orada başlıyor.

Her manevî hareketin merkezi, ortası ve kabuğu olmalı. Ceviz örneği çok verilir. Yeşil kabuğu, sert kabuğu ve içi. İşte bir Müslümanın yeşil kabukta kalmayıp sert kabuğu kırması ve içindeki cevizi tatması beklenir; ama dışarıda kalanlar da aynı dinin birer meşru üyesidir.

İşte öze yolculuk bu yaptığımız; yani umre. Üstelik Ramazan gibi bambaşka bir sofra ile çakışınca nice bereket şimşekleri ardı ardına çaktı önümüze. İftarlar tavaflara sarıldı, sahurlar sa'ylere.

Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellemin Ravza'sında 04.30 civarındaki ziyaret dakikaları asır gibi uzadı ve sahur dahi akla gelemedi. Sabah ezanı okunduğunda kendimize gelebildik.

Gördük ve yaşayarak müşahede ettik ki dinin bir içi var ve o "iç" ne kadar gayret edilse derinliğine vasıl olunamayacak kadar köklere iniyor. Köklere yani öze, fıtrata.

İlk'e, yani aslî (primordial) olana dönüş, bir başka deyişle. İşte o ilk'lerden biri ilk "ev"dir.

Beytullah diyarı değil mi Allah'ın Evi. Bu arada Beyti Atîk de diyormuş Araplar. Eski Ev anlamında da okunabilir; ama asıl anlamı Hür Ev. Özgürlüğünü kazanmış, Allah'tan gayrı hiçbir otoriteye tâbi olmayanların yaşadığı ev, belde, diyar.

İlk evi kim yaptı Yapılmasını emir buyuran elbette Rabb-i Zülcelâl; ama yapan da bir insan. İlk insan. İlk peygamber. Dedemiz Hazret-i Âdem.

KÂBE'NİN TARİHİ

Kâbe ve Mekke Tarihi adlı kitap olmasa bugün muhtemelen Kâbe-i Muazzama'nın kadîm tarihi hakkında pek az şey biliyor olacaktık. Ebu'l-Velid Muhammed el- Ezrakî'nin 9. asrın ilk yarısında kaleme aldığı bu eser kendinden önceki 5 asırda yazılan ama bugün sırra kadem basmış eserlerin bir derlemelisidir. Yani kaynakları o zaman var olan ama bugün kaybolmuş kadîm eserlerdir.

Bu kitaptan bazı kısımları - henüz Mekke-i Mükerreme'deyim - hülasa ediyorum.

Kâbe küp şeklinde demektir. Bugünkü küp kelimesi de Kâbe ile aynı kökten gelir.

Kâbe, Yapı itibariyle dört köşeydi ve Hz. İbrahim zamanına kadar tavanı olmayan bir içi boş binaydı. Bir ara Kâbe'nin benzeri tarzda evler yapmak moda olmuştu. Yani bir mimarî yapı numunesi olmuştu. Âl-i İmran suresinde bunun için Kâbe "ilk ev" diye tabir edilmiştir.

Kâbe'nin bulunduğu yerin adı eskiden Bekke idi. Mekke ise beldenin adıydı. Ayrıca Mekke'nin Makdese, Arîş, Sübbuha gibi bilmediğimiz isimleri vardır.

Kâbe'nin Hz. İbrahim'in eseri olduğunu Kur'an-ı Kerim bize bildiriyor. Bizzat elleriyle yaptığı Kâbe daha sonra defalarca yıkılmış, yanmış ve yeniden yapılmıştır. Son şeklini Sultan VI. Murad devrinde aldığını biliyoruz.