Mekke'nin Çağrısı, Kâbe'nin Sesi

Mekke'nin Çağrısı, Kâbe'nin Sesi

Mustafa Armağan

Mekke Adı anıldığında kalpte bir titreyiş, ruhta bir dalgalanış. Şehirlerin anası, insanlığın kıblesi, arzın kalbi. Kâbe'nin etrafında tavaf ederken, insan zamanın zincirlerinden kurtulur; ne dün vardır, ne yarın. Sadece o an, o teslimiyet, o sonsuzluk. Umreye vardığında, Hacer Validemizin sa'yini hatırlatan adımlar, İbrahim Peygamber'in imanını, İsmail'in tevekkülünü yüreğine nakşeder. Zemzem'in serinliği dudaklarına değdiğinde, bir an durur ve düşünürsün: Bu su, asırlardır çağlıyor; Hacer'in duasından beri akıyor. Peki, ya biz Bu kutsal mirası kalplerimizde ne kadar taşıyabiliyoruz

Umre, bir yolculuktur; ama öyle sıradan bir yolculuk değil. Bedenden çok kalbin yol aldığı bir sefer, ruhun kendini bulduğu bir talim. Safa ile Merve arasında adımlarken, Hacer'in çöldeki çırpınışını hissedersin. O, ümitsizliğe düşmedi; Rabbi'ne sığındı, koştu, aradı. Ve Rabbi, ona Zemzem'i bahşetti. O an, kendi hayatına dönüp bakarsın: Kaçımız, Hacer gibi ümitvar kalabiliyor Modern çağın telaşı, koşuşturması, gökdelenleri arasında, o tevekkülün izini ne kadar sürebiliyoruz Mekke, sadece bir ibadet mekânı değil, bir aynadır. Sana seni gösterir: Zaaflarınla, niyetlerinle, hayallerinle Kâbe'ye yüz sürerken, kalabalıklar içinde yalnızsın; ama o yalnızlık, seni kendine getirir. Orada, Bilal-i Habeşi'nin ezanını hayal edersin; o ses ki, bir vakitler gökleri inletirdi. Lakin bugün, o ses, sanki modern dünyanın gürültüsünde kaybolmuş gibi.

Kâbe'nin Gölgesinde

Tefekkür

Mekke'nin bugünü, bir tefekkür davetidir. Kâbe'nin yanı başında yükselen gökdelenler, adeta Manhattan'a özenen bir siluetle mukaddesatı kuşatmış. Altınoluk'a bakarken, bir yanda ruhun yükselir, diğer yanda aklın sorar: Bu modern çağ, kutsal olanı ne kadar yutuyor Haccın ve umrenin ruhunu, o sadeliği, o teslimiyeti ne kadar yaşatabiliyoruz Bir vakitler Osmanlı, hac yollarını kervansaraylarla, su kuyularıyla, emin beldelerle donatırdı. Surre alayları, Mekke'ye sadece hediye değil, bir medeniyetin zarafetini, inceliğini taşırdı. Hacı yolcular, Şam'dan, Bağdat'tan, Anadolu'dan yola çıkar; her adımda dualar, her menzilde bir muhasebe birikirdi. O yollar, sadece Mekke'ye değil, insanın kendi kalbine varırdı. Bugün ise, uçaklarla, otobüslerle, konforlu otellerle varıyoruz Kâbe'ye. Mekke'ye ulaşmak kolaylaştı, evet; ama Kâbe'nin mesajına, o manevi derinliğe ulaşmak, hâlâ bir çaba, bir niyet, bir samimiyet istiyor.

Umre, bir tur değil, bir dönüştür. Kâbe'yi tavaf ederken, her adımda nefsini sorgularsın: Kaçımız, bu kutsal topraklardan döndüğümüzde, sahiden değişmiş bir kalple döner Hacer'in teslimiyetini, İsmail'in boyun eğişini, İbrahim'in imanını ne kadar içselleştirebiliriz Mekke, sana bir şey vaad etmez; ama her şeyi hatırlatır. Orada, kalbinle yüzleşirsin. Tavaf, sadece bedenin değil, ruhun dairesel bir yolculuğudur. Her dönüşte, sanki bir katmanı daha soyarsın nefsinden; hafiflersin, arınırsın. Ama bu arınma, sadece orada kalmaz; Mekke'den döndüğünde, o hafifliği hayatına ne kadar taşıyabilirsen, umre o kadar tamam olur.

Modern Çağın Mekke'si ve

Bilal'in Sesi

Bugünün Mekke'sinde, Kâbe'nin etrafındaki manzara, bir yanda hayranlık uyandırır, diğer yanda hüzünlendirir. Geceleri ışıklarla parlayan kuleler, lüks oteller, alışveriş merkezleri Sanki birileri, Kâbe'nin sadeliğini, o mütevazı cazibesini gölgede bırakmak istemiş. Oysa Kâbe, bütün bu gösterişe rağmen, hâlâ aynı Kâbe'dir. Onun siyah örtüsü, Altınoluk'u, Hacerü'l-Esved'i, asırlardır aynı mesajı fısıldar: "Gelin, teslim olun, kendinizi bulun." Lakin, modern dünyanın bu kuşatması, insanı bir muhasebeye zorlar: Biz, Kâbe'nin ruhunu ne kadar koruyabiliyoruz Haccın, umrenin özünü, o manevi sadeliği ne kadar yaşatabiliyoruz Bilal'in sesi, o gökdelenlerin arasında kaybolmuş gibi görünse de, hayır, kaybolmaz. Çünkü Kâbe, kıyamete dek durur; yeter ki biz, onun mesajını unutmayalım.

Mekke, bir mekteptir. Sabrı öğretir, tevekkülü öğretir, kardeşliği öğretir. Orada, her dilden, her renkten insanla omuz omuza tavaf edersin. Zengin-fakir, efendi-köle, doğulu-batılı fark etmez; Kâbe'nin huzurunda herkes eşittir. Bu eşitlik, sadece orada kalmaz; hayatına taşıman gereken bir derstir. Umre, bir tatil değil, bir talimdir; kalbi terbiye eder, ruhu yeniden inşa eder. Kâbe'nin gölgesinde, gökdelenlerin arasında, Bilal'in yitik sesini ararken, aslında kendini ararsın. Ve bulursun, eğer sahiden niyet etmişsen.