Yakın tarih dediğimiz yamalı bohçayı istediğiniz kadar sıkın, yine bir yerlerinden patlıyor. Mızrak çuvala sığmıyor çünkü.
Lozan Antlaşması etrafındaki giderek kalınlaşan yalan halesi de bunlardan biri.
Millete daha antlaşmanın ne menem bir şey olduğunu anlatmadan 'zafer' diye kutlamaya kalkarsanız olacağı bu.
Lozan daha tartışılmadan savunulmaya başladı ve Kadir Mısıroğlu'nun Lozan: Zafer mi Hezimet mi başlıklı kitabına kadar da eleştirilemedi.
Yıl 1965 idi. Kadir Mısıroğlu'nun Lozan kitabı yayınlandığında Lozan'ın imzalanmasının üzerinden tam 42 yıl geçmişti.
Herkes susturulmuş, kayıplarımız dile getirilememiş, acımızı içimize hapsetmiştik.
Batı Trakya da, Adalar da, Kıbrıs da, hatta 1926'da kaybettiğimiz Musul da unutuldu.
Rauf Orbay'ın dediği gibi iyi mi oldu
Zafer diye tempo tutup bağırıp çağıracağımız yerde bu antlaşma kötünün iyisi, keşke bunları da kaybetmeseydik diye öğretebilseydik çocuklarımıza, hiç değilse içlerinde bir yara, hadi o da olmadı, bir 'yara izi' kalacak ve arkasından hayıflanacaklardı. Ama zafer deyip kayıplarımızın üstünü örttük.
Anca şimdilerde anlıyoruz kaybettiklerimizin bize nelere mal olduğunu. Tabii çok geç kalındı.
İşte Lozan'a doğru dürüst tartışamayışımızın, ortak hafızada Lozan'da kaybettiklerimizin yer etmeyişinin sonucunda onu tarihte hak ettiği yere koyamadığımız için bir Lozan şuuru da oluşmadı. Bu şartlarda oluşamazdı da zaten.
Konuşması gerekenler susturuldu, yasaklar konuldu, engellendi, objektif, bilimsel değerlendirmelere kapılar sıkı sıkıya kapatıldı.
Sonuç kopkoyu bir cahillik oldu.
Ne bekliyordunuz ki Asfaltta güller açmasını mı
İşte bu bir asırda saklanan gerçekler bizim gibi birkaç kalem tarafından ortaya çıkarıldığında feryada başlıyorlar.
Neden ki Neyi saklıyorsunuz
Asıl bizim size sormamız gerekmiyor mu: Bu gerçekleri neden Ali Baba ve Kırk Haramiler'in mağarasında istiflediniz
Biz size soracağımıza siz bize soruyorsunuz: Neden açıkladın
Peki, biz de size soralım o vakit: Siz neden sakladınız
Saklayan suçlu değil de, açıklayan suçlu, öyle mi
Sevsinler tarihinizi
İşte size saklanan bir gerçeği en yetkili ağızdan, yani bizzat Lozan'a gönderilen birinci baş delege İsmet İnönü'nün ağzından dinleyelim.
İnönü'nün Lozan sırrı
İnönü'nün en yakın adamlarından biri olan Nihat Erim'in hayatına hızla bir göz atalım.
1912 doğumluydu. İstanbul Üniversitesi'nde hukuk profesörü oldu. 1945-1950 döneminde CHP milletvekilliği yaptı. Hasan Saka hükümetinde Bayındırlık Bakanlığı, Şemsettin Günaltay hükümetinde ise Başbakan Yardımcılığı yaptı. CHP'nin resmi gazetesi sayılan Ulus'un başyazarlığını üstlendi ki, parti içerisinde ne kadar mutemed biri olduğunu gösterir. 12 Mart 1971 muhtırasından sonra koalisyon hükümetlerinde bir buçuk yıl kadar Başbakanlığı üstlendi. Nihayet 12 Eylül 1980 darbesinden iki ay kadar önce bir silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
İşte Nihat Erim'in 1925 yılından 1979'a kadar tuttuğu Günlükler'i 2005 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından basıldı. Yayına Ahmet Demirel'in hazırladığı Günlükler'de çok ilginç hususlara yer verilmiş. Muhtemelen yayınlamayı düşünmediği için de rahatça birçok sırları aşikâr etmiş.
Aşağıya alacağım parça da Günlükler'in ilk cildinin 2021 yılında yapılan 2. baskısından.
Okuyacağınız metin 8 Nisan 1950 günü kaleme alınmış. Yani CHP'nin tek adam diktatörlüğünün son günlerinde.
14 Mayısta yapılacak olan seçimle CHP devrilecek ve Demokrat Parti'nin 10 yıllık iktidarı başlayacaktır.
Şimdi sayfa 434'te yer alan satırlara kulak verelim:
"İnönü öğle yemeği esnasında bize saatlerce Lozan Konferansı hatıralarını anlattı. Lord Curzon, Venizelos, Marki Ga (İtalyan), Yunan murahhası, Poincare ile geçen konuşmalardan parçalar anlattı. Bilhassa İstanbul'daki Patrikhane'nin oradan çıkarılmasını öne sürmüş iken Rıza Nur'un beceriksizliği yüzünden nasıl suya düştüğünü anlattı. İngilizler Rıza Nur'u korkutacak şekilde konuşmuşlar. "İngiltere uyuyan bir arslana benzer. Dürtüklersin ses çıkarmaz. Ama bir defa uyanırsa. Kimse karşısında duramaz. Siz artık fazla ileri gittiniz" demişler. Rıza Nur bundan ürkmüş. "Patrikhane meselesinde ben ısrar etmem, ama İsmet Paşa razı olmuyor" demiş. Sonra gelmiş, bunu İnönü'ye anlatmış. İnönü kızmış. "Böyle bir söz nasıl söyleyebildin. Demek ki patrikhane meselesi hükümet ve heyet-i murahhasa (delege heyeti) tarafından tutulmuyor, benim şahsi davam olarak kalıyor. Şimdi İngilizler bunu öğrenince kabul ederler mi bizim isteğimizi" demiş."

120