İttihatçıların Mason Şeyhülislamı kimdi

Masonluğun dünyada ve Osmanlı'da oynadığı esrarengiz rol her zaman ilgi uyandıracaktır. İşte yakın tarihimizdeki bir Masonluk vak'ası

1908 yılında 2. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte önceden yaptıkları hazırlıklar doğrultusunda bir süre İttihatçılarla iktidarı paylaşan Masonlar, topraklar kaybedilip de siyasî başarısızlıklar arttıkça kamuoyu tarafından eleştirilmeye ve giderek idaredeki karar mekanizmalarından tasfiye edilmeye başlanacaktır. Başlangıçtaki sürur ve memnuniyet Birinci Dünya Savaşı'na doğru gidilirken yerini kriz ve belirsizliğe bırakacaktır. Bu belirsizliğin ancak "laik" Cumhuriyetin kurulmasıyla giderilebildiğini Masonik kaynaklar kadar 1923-24 döneminde serbestçe açılma ve devletlûlar katında yeniden örgütlenebilme, yayılma imkânı bulan Mason localarının aleni faaliyetleri de açıkça ortaya koymaktadır.

Nitekim daha 1925 yılı gibi erken bir tarihte "Cumhuriyet hükümetinin zaten Mason Prensiplerini kabul ve tatbiki"nden bahsedilip "Cumhur Reisi Mustafa Kemal Paşa'ya 33. Derecenin tevcihi"nin münasip olacağının teklif edilmesi (cüretkârlığa bakın siz) ve bu teklifin yapıldığını, cevabın da "Şimdilik kalsın, kendinizi gösteriniz, sonra görüşürüz" şeklinde geldiğini 1951 tarihli sekiz Mason biraderin ortak olarak hazırladıkları Türkiye'de Hür Masonluk Tarihi adlı kitapta okuyabiliyoruz (s. 112-113). (Bu yazının içinde neşrettiğimiz Atatürk devrinin büyük bir kısmında Dahiliye (İçişleri) Bakanlığı yapmış olan Şükrü Kaya'nın Mason diplomasına bakınız.)

Öte yandan 2. Meşrutiyet devrindeki bunalımın başlangıcında Mason olduğu yayılan bir Şeyhülislamın varlığını görmek ise şaşırtıcıdır.

Ulemadan Musa Kâzım Efendi'nin 12 Temmuz 1910 tarihinde ilk defa Şeyhülislamlık makamına getirilmesi üzerine Şair Eşref'in yazdığı ünlü hicviye bu "kripto Müslümanlar"ın iktidara 'gelişi'yle birlikte devletin büründüğü 'yeni' çehreyi ortaya koyması bakımından gayet manidardır:

'Avdetîler ile hükûmetimiz

Benzedi devlet-i Yehûdâ'ya

Bâb-ı Fetvâ'yı da Cıfıtlık edip

Verdiler ilâ nihâye Mûsâ'ya.

Bugünkü dille bu beyti şöyle ifade edebiliriz:

"Dönmelerin kabineye girmesiyle hükümetimiz de adeta bir Yahudi devletini andırır oldu. Hatta Şeyhülislamlık makamını da Yahudilik ("Cıfıtlık") edip sonsuza kadar Musa'ya, yani Musa Kâzım Efendi'ye verdiler." (Aktaran: İsmail Hami Danişmend, Tarihî Hakikatler, c. 2, Tercüman Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 1979, s. 153.)

Musa Kâzım Efendi'nin bu ilk Şeyhülislamlığı pek kısa, sadece 1 yıl, 4 ay, 17 gün sürmüştür. Hakkındaki ithamlar ve dedikodular artınca makamından istifa edecek (bkz. Thierry Zarcone, "Sufizm ve Franmasonluk: Şeyhül İslâm Musa Kâzım Efendi (1865-1920)", Çeviren: Can Kapyalı, Mimar Sinan, Sayı: 109, Eylül 1998, s. 44) ama çok ehil bulunmuş olacak ki İttihatçılar tarafından daha sonra aralıklarla üç defa daha aynı makama getirilecektir.

Aynı tarihlerde, sonradan Masonların Büyük Üstadlığına seçilecek olan Filozof Rıza Tevfik'in (Bölükbaşı) "Mason değilsen cevap ver!" alenen diye kendisini sıkıştırılması üzerine Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi 14 Kasım 1911 günü bir "beyanname" yayınlayarak Mason olduğu iddialarına cevap vermiş ve güya Mason olmadığını ilan etmiştir.

Sırât-ı Müstakim dergisinde neşredilen beyannamede 12 yaşından itibaren Nakşibendi tarikatına müntesip bulunduğunu, talebesi sayabileceğimiz Ahmed Midhat Efendi'nin yardımlarıyla Kur'an-ı Kerim'in 10 cüzüne ait olan basılmamış tam 3 bin sayfalık bir Kur'an tefsir-i şerifi kaleme aldığını, dolayısıyla Mason olamayacağını (sanki mani ne) ve Masonluğu kastederek, "İslâmiyetin üstünde veya ona eşit hiçbir meslek veya mezheb" bulunmadığını ifade etmişti.

Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi son olarak beyannamedeki şu sözlerle kendisini Masonluktan tamamen uzak biri gibi göstermeye çalışmıştır:

"Binaenaleyh İslâm dinine muhalif olup bana isnâd olunan bir mezhep veya mesleği Masonluğu-MA kemal-i şiddetle reddeder ve memleketin selâmeti ve diyanetin siyaneti dinin korunması namına bu gibi telvisata çamur atmalara asla ehemmiyet vermemelerini () bu gibi merdut reddedilmiş ve menfur nefret edilen sözlere asla kulak asılmamasının kat'î surette lüzumunu, çünkü selâmet-i din ve dünyanın ancak bu noktada bulunduğunu halisane ihtar eylerim ("İttihadı Terakki'nin meşhur Şeyhülislâmı Musa Kâzım efendinin ithamlara cevabı: 'Ben farmason değilim'", Yakın Tarihimiz, c. 1, İst., 1962, s. 94.)