Bir daha "Allah aşkına" derken iki kere düşünün
Mustafa Armağan
Bugün içimden bir irfan hazinesinin kapağını açmak geldi. Zira ufuklarımız çok daraldı, gökkubemiz fazlasıyla küçüldü. İçimiz dışımız siyaset oldu.
Gelin, bugün yüz yıl önceye kadar kaynayan maneviyet pınarlarımızdan birkaç damla su içelim. Bu yolda rehberimiz Afganistan göçmeni bir Allah dostu olsun.
Şeyh Abdülkadir Belhî hazretleri 1839 yılında Afganistan'ın kuzeyinde bulunan Belh şehrinin Kunduz denilen yerinde doğmuş olup, Özkend hükümdarı Seyyid Burhanüddin Kılıç ahfadındandır.
Nakşibendî-Müceddidî şeyhi Seyyid Süleyman Efendi'nin oğludur. Belh'de mezalimin artması üzerine babası ve müritlerinin -kendisi henüz dört yaşındayken- doğduğu toprakları terk etmek zorunda kaldıklarını biliyoruz.
20 yaşındayken 300 kişilik bir heyetle birlikte İran ve Irak üzerinden dört yıl kalacağı Konya'ya geldi. Burada başka eserler meyanında İbnu'l-Arabî hazretlerinin Futuhâtu'l-Mekkiye'adlı eserini istinsah etti. Ardından yine topluca önce Bursa'ya gittiler, sonra Eyüp Sultan'da Şeyh Murad Buhârî dergâhına şeyh olmak üzere babasını Sultan Abdülaziz davet edince ömrünü tamamlayacağı payitaht İstanbul'a...
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi'ndeki şu satırlar onun bundan sonraki hayatını çerçeveleştirmektedir:
"Şeyh Süleyman Efendi 1867'de Eyüp Nişancası'ndaki Şeyh Murad Buhârî Dergâhı meşihatına tayin edildi. Abdülkâdir, babasının ölümünden sonra bu tekkenin şeyhliğine getirildi (1877). Kırk altı yıl bu görevde kaldı. 17 Mart 1923'te vefat etti. Cenaze namazı Eyüp Camii'nde kılındı ve Şeyh Murad Dergâhı'nın hazîresinde babasının yanına defnedildi."
Abdülkadir Belhî hazretlerinin Nakşibendî-Müceddidî yoluna sâlik olmakla birlikte Hamzavîliğin prensiplerine sıkı sıkıya bağlı kaldığı ifade edilir ve son Melamî-Hamzavî kutbu kabul edilir.
Divanının yanı sıra Esrâru't-Tevhîd (Tevhidin Sırları), Yenâbîu'l-Hikem, Künûzü'l-Ârifîn, Gülşen-i Esrâr ve Sünûât-ı İlâhiyye ve İlhâmât-ı Rabbâniyye adlı manzum eserleri bulunmaktadır.
Üstad İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Abdülkadir Belhî hazretlerini şöyle tavsif buyurmuş:
"Hüsni zanna lâyık, zâhid, arif ve fadıl bir merd-i kâmil idi. Türk, Arab, Fürs (Farsça) ve Çağatay lisanlarına vâkıf idi".
Aynı zamanda hattatlığı varmış. İbnülemin Mahmud Kemal Bey'in verdiği bilgilere göre vaktiyle güzel talik yazı yazarmış. Lakin sonradan bırakmış. Elinden çıkan bir yazısının fotoğrafını arayıp bulmuş ve kitabına koymayı iyi ki ihmal etmemiş İbnülemin Üstad.
(Tafsilatı için bkz. İbnülemin Mahmud Kemal, Son Hattatlar, 2. baskı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970, s. 491-493; Ketebe neşri, İstanbul, 2021, s. 384.)
Zamanında keşfi açık bir veli diye şöhret bulmuştu. Hüseyin Vassâf'ın Sefine-i Evliya adlı tezkiresinde şöyle tavsif edilmiştir:
"Orta boylu, buğday renkli, mutavassıt, beyaz ve sık sakallı, kara gözlü, güzel sözlü, pâk özlü idi. Hafif söylerdi. Tab'ı cemâle nâzır, rahm ü şefkatleri galib idi. Dergâh-ı şerifte Cuma geceleri zikr-i şerif cemiyeti olur, erbâb-ı mahabbetle dolar idi. Âdâb-ı Muhammediyye ile müeddeb (edeblenmiş), şeriat-ı mutahhara ile mühezzeb idi. Sevdiklerine 'kuzum' tabirini kullanırlar idi. Sohbetleri daima ilmî, irfânî idi."
Edebiyat tarihçisi Abdülbaki Gölpınarlı Abdülkadir Belhî hazretlerinin şairliği hakkında şunları yazmıştır:
"Şiirde Belhî ve Kadir-i Belhî tehallus eden (mahlaslarını kullanan) Abdülkadir Efendi'nin eş'ârı (şiirleri), şiir nokta-i nazarından (bakış açısından) değil tasavvuf nokta-i nazarından çok kıymetlidir. Tasavvufun dekâik ve esrarını (incelik ve sırlarını) vüzûh ile (berrak bir şekilde) anlatan son asrın en büyük sûfi şairi hiç süphesiz ki bu zattır."

96