Ya Bölgesel Barış Ya Bölgesel Savaş

Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e karşı başlattığı Aksa Tufanı operasyonu, İsrail'in hava ve kara saldırıları eşliğinde devam ediyor. İsrail'in ülke içinde yaşanan şoku atlatmak, askeri caydırıcılığı yeniden tesis etmek ve Hamas'ı Gazze halkını toplu cezalandırma yöntemiyle bertaraf etmek için gerçekleştirdiği askeri saldırılar 36. gününü doldurdu.

İsrail'in öncelikli stratejik hedefi Gazze'yi geniş çaplı kara operasyonlarıyla işgal etmek. Ancak savaşın 36. gününe gelindiğinde bu hedefin gerçekleşmesi konusunda şüpheler söz konusu. Gazze'ye yönelik orantısız bombardımanın yol açtığı sivil kayıplar, uluslararası toplumun tepkileri ve çatışmanın bölgesel bir savaşa dönüşme ihtimali İsrail üzerindeki baskıyı artırmakta. Bu durum ayrıca Tel Aviv'in askeri operasyonları sürdürme kararlılığını zayıflatmaktadır.

Ancak İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırganlığı ve kuzeyde devam eden kara harekâtı taktiksel ve operasyonel gibi görünse de çatışmanın asimetrik yapısı ve meselenin karmaşıklığı sadece İsrail için değil tüm bölge için stratejik sonuçlar doğurabilir. 7 Ekim ve sonrasındaki gelişmeler dikkate alındığında mevcut durum, taktiksel, operasyonel ve stratejik dinamikleri etkilemiş ve yenilerini üretmiştir.

Mevcut Dinamikler
Hamas'ın 7 Ekim operasyonu İsrail'de stratejik bir şok ortaya çıkarmış ve İsrail'in askeri caydırıcılık üzerine kurulu güvenlik doktrininin altını oymuştur. İsrail yaşadığı bu stratejik şoku aşmak için elindeki tüm imkânları kullanmaktadır ve kullanmaya da devam edecektir. Mevcut durumda İsrail, önceki yıllarda olduğu gibi Filistin ve Gazze konusunda statükoya dönmekle ilgilenmemektedir.

Öte yandan İsrail'in ilk hedefi askeri caydırıcılığını yeniden tesis edecek yeni bir statüko oluşturmaktır. Söz konusu statüko hem İsrail içinde Filistin sorunu bağlamında hem İsrail ve ABD ortaklığı bağlamında bölgesel ölçekte inşa edilmeye çalışılacaktır. Ayrıca İsrail'in kısa vadeli hedefleri arasında Gazze'nin (kısmi veya kapsamlı) işgali, Hamas'ın ortadan kaldırılması ya da önemli ölçüde zayıflatılması ve işgal sonrası yeni bir yönetimin kurulması yer almaktadır.

İsrail'in stratejik hedefleri arasında ise Gazze'nin insansızlaştırılması ve Gazze halkının Mısır'a göç ettirilmesi yer almaktadır. Diğer bir ifadeyle İsrail ve ABD Gazze'nin boşaltılması konusunda bölgede diğer ülkeleri ikna etmeyi amaçladıkları bir arayış içindedir. Ayrıca İsrail hükümeti savaşı dini referansların hâkim olduğu teo-politik gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bu durum da mevcut çatışmanın ve olası karmaşanın karakterini önemli ölçüde etkilemektedir.

Kısa vadede ise İsrail'in operasyon tarzına bağlı olarak çatışmanın tırmanma ihtimali oldukça yüksektir. Bölge ülkelerinin buna karşı ortak bir pozisyon geliştirmesi pek mümkün görünmese de çatışmanın uzaması ve yayılmasına bağlı olarak birincil ve ikincil aktörlerin pozisyonlarında radikal değişiklikler meydana gelebilir. Ayrıca çatışmaların olası yakın etkileri bölgesel normalleşmeyi büyük ölçüde sona erdirmiştir. Buna paralel olarak İsrail'in savaş suçları kapsamına girecek saldırganlığı ve toplu cezalandırma yöntemleri, yeni bir radikalleşme sürecini tetikleyebilir ve radikal örgütlerin zemin kazanmasına yol açabilir.

Çatışmanın Tırmanması
Tüm bu dinamikler önümüzdeki haftalarda birkaç senaryonun mümkün olduğunu göstermektedir. Bu senaryolardan ilki, İsrail'in Gazze'ye yönelik kara harekâtında kuzey sektörünün ötesine geçmesi ve Gazze Şeridi'nin tamamını işgal etmeye çalışmasıdır. İsrail'in öncelikle Gazze'nin kuzey kesimini kontrol altına almasına dayanan bu alternatif, Gazzelilerin bir kısmını Mısır'a doğru zorla itmeyi ve Gazze'nin geri kalanını uzun süreli ve ağır kayıplı şehir savaşlarının ardından yeniden İsrail kontrolü almayı amaçlıyor olabilir. Bu senaryoda askeri çatışmanın tırmanması muhtemeldir. Kara harekatının genişlemesi durumunda Batı Şeria ile Suriye ve Lübnan cephelerinde düşük yoğunluklu çatışmaların yaşanması da olasıdır ve bu durum hali hazırda devam etmektedir. Çatışmaların ve can kayıplarının artması, Batı Şeria'daki Filistinlilerin ve İsrail'de yaşayan İsrail vatandaşı Filistinlilerin harekete geçmesine ve çatışmanın İsrail içinde genişlemesine yol açabilir. Çatışmanın yayılması aynı zamanda İsrail toplumu ile Filistinli Araplar arasındaki çatışmaların artması anlamına gelecek ve bu da üçüncü İntifada'nın gerçekleşmesini daha da kolaylaştırabilecektir.

Mevcut dinamikler içerisinde Hizbullah'ın çatışmaya dahil olma isteği, çatışmayı çok aktörlü bir çatışma olarak nitelendirebilir. İsrail'in kara harekâtıyla birlikte, hâlihazırda düşük yoğunluklu çatışmalara sahne olan Lübnan-İsrail sınırındaki mevcut askeri angajman koşullarının değişmesi ve Hizbullah'ın savaşa tamamen dâhil olması bir ihtimal olarak hala söz konusu görünmektedir. Gerek İranlı yetkililerin doğrudan açıklamaları gerekse Hizbullah liderlerinin söylemleri, kara harekâtının derinleşmesi ve genişlemesi ile birlikte Hizbullah'ı çatışmalara doğrudan dâhil edebilir. İsrail'in bölgedeki askeri konuşlanmasını artırdığı düşünüldüğünde bu ihtimale karşı ciddi hazırlıklar yaptığı görülmektedir. 2006 savaşı ve Arap ayaklanmalarından bu yana Hizbullah'ın asimetrik güç unsuru olarak kapasitesini önemli ölçüde geliştirdiği, farklı menzil ve kapasitelerde füzelere sahip olduğu, kamikaze drone ve tanksavar sistemleri açısından ciddi bir envantere sahip olduğu söylenebilir. Lübnan'ın güneyi, Şebaa Çiftlikleri ve Suriye'ye ait Golan Tepeleri'nde mobilize olan Hizbullah unsurları bölgenin topografik yapısını kendi lehine kullanabilecek kabiliyettedir. Ancak Nasrallah'ın geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamalar, Hizbullah'ın en azından bu aşamada çatışmaya dahil olmayacağı anlamına gelmektedir. Bunun gerekçesi olarak Hizbullah'ın mevcut kapasitesini zayıflatacağı kesin olan bir savaşa girmek istememesi olabilir. Tahran yönetiminin de İsrail'e yönelik tavrının Hizbullah'ı savaşa dahil etmemek şeklinde olduğu anlaşılmaktadır.

İsrail perspektifinden bakıldığında ise Gazze'deki kara harekâtı sırasında Hizbullah'ın tüm imkânlarıyla sürece dâhil olması askeri açıdan zorlayacaktır. Lübnan sınırındaki kayıplar bir yana, Hizbullah'ın füze saldırılarının yoğunluğu Demir Kubbe'nin savunma eşiğini aşabilir ve İsrail'e düşen füzeler ciddi hasarlara yol açabilir. Bu noktada İsrail, Güney Lübnan'ı karadan işgal edip etmeme ikilemiyle karşı karşıya kalırken, Lübnan ve eğer Golan'dan saldırı olursa Lübnan veya Suriye, havadan yoğun bir şekilde bombalanarak Hizbullah ile birlikte bu ülkelerin sivil ve askeri altyapısına zarar verilebilir. Bu noktada ABD'nin savaşa doğrudan müdahil olmaması halinde İsrail ateşkese zorlanabilir.

Bir diğer senaryo ise İsrail'in kara harekâtı genişledikçe Irak, Suriye ve Yemen'deki Hizbullah ve İran vekil unsurlarının daha yoğun bir şekilde harekete geçmesi ve çatışmalara dâhil olmasıdır. İlgili aktörlerin bugüne kadarki davranışlarına baktığımızda caydırıcı bir güç olarak sürece dahil oldukları anlaşılmaktadır. Yine Yemen merkezli Ensarullah hareketine bağlı askeri yapılar Kızıldeniz üzerinden İsrail'e füze saldırısı girişiminde bulunmuş ancak bu saldırılar bölgede bulunan ABD savaş gemileri tarafından engellenmiştir. Ancak Yemen'den fırlatıldığı anlaşılan kamikaze drone İsrail topraklarına ulaşabilmiştir. Şimdiye kadar ABD ile İran arasında bir güç gösterisi ve caydırıcılık testi olarak tezahür eden bu düşük yoğunluklu askeri angajmanlar, İsrail'in Gazzelileri önce güneye sıkıştırma, ardından da bir kara harekâtıyla Mısır'a sürme sürecini devam ettirmesi halinde çok cepheli bir çatışma durumuna yol açabilir.