Gazze'de Kim Ne Kaybetti

Gazze'de savaşa verilen aranın ardından İsrail, yeni bir ateşkes uygulamayacağını ilan ederek katliamlarına yeniden başladı. Dün itibarıyla İsrail'in ateşkes sonrası başlattığı hava bombardımanında 50'den fazla sivil hayatını kaybetti. Böylelikle İsrail, Gazze'nin kuzeyiyle sınırlı kalmayacağını ve savaşı Gazze'nin tamamına yayacağını göstermiş oldu. Bu saatten sonra savaşın sonunu kestirmek oldukça zor. Ancak İsrail, Gazze'de askeri zaferle çıksa bile, savaşın kaybedeni olacak.

İsrail, 7 Ekim sonrası Gazze'ye karşı yürüttüğü yoğun bombardımanın ardından, kuruluşundan bu yana eline geçen tarihi fırsatı ya değerlendiremedi, ya da değerlendirmemeyi tercih etti. Bugün, ontolojik bir güvenlik krizi ve 1948'den bu yana görülmemiş ölçekte derin bir bölgesel ve küresel statü endişesiyle boğuşmak zorunda kalıyor. Burada statü endişesinin kaynağı İsrail'in nasıl bir devlet olduğu sorusuna verilecek cevap ile doğrudan ilgilidir. Hatta daha da önemlisi, eğer İsrail uluslararası toplumun ve sistemin devlet olarak normal bir üyesi midir Yoksa İsrail'i bir devlet olarak tanımlamak mümkün müdür Bu soruya farklı cevaplar vermek mümkün. Davranışlarına bakılırsa İsrail'in bir devlet gibi davranmadığı aşikâr. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifade ettiği gibi İsrail bir örgüt gibi davranıyor.

Batı'nın Kaybedenleri

İsrail'in yanı sıra bir diğer önemli kaybeden de Amerika Birleşik Devletleri'dir. Washington'un İsrail'e verdiği sorgusuz sualsiz destek ve İsrail'in sınır tanımayan saldırganlığı karşısındaki sessizliği, Ortadoğu'da ve ötesinde Amerikan karşıtı duyguları derinleştirip yaygınlaştırdı. Ayrıca Başkan Joe Biden'ın Arap-İsrail ekseninde yeni bir Ortadoğu düzeni kurmayı amaçlayan politikasının çökmesine yol açtı. ABD'nin güvenilir, uluslararası hukuka saygılı ve gerçekten barış isteyen bir aktör olmadığı düne göre çok daha net. Bu güvensizlik göz önünde bulundurulduğunda haydutluğa alan açan ABD'nin Ortadoğu'da yeni bir düzen kurması mümkün görünmüyor.

Avrupalı aktörler de kendilerini kaybedenler arasında buldular. Almanya ekonomik gücüne rağmen, bağımsız bir politika geliştirme kapasitesinden yoksun, bağımlı bir devlet gibi davrandı. Birleşik Krallık, BREXIT sonrası "Küresel Britanya" stratejik hedefinin aksine, anlamlı bir etki ortaya koyamadan İsrail yanlısı bir tutum benimsedi. Fransa daha dengeli bir yaklaşım denemesine rağmen, etkisiz bir oyuncu olarak İsrail'i desteklemek zorunda kaldı. Avrupa içinde İsrail'i eleştiren İspanya ve Belçika'nın tutumları ise AB'nin küresel bir aktör olma konusundaki yetersizliğini gösterdi.

İsrail'in Stratejik Kayıpları

7 Ekim sonrası İsrail, birden fazla yenilgi cephesiyle karşı karşıya ve önümüzdeki yıllarda bu sonuçlarla boğuşmak zorunda. İlk stratejik yansımalar arasında güvenlik doktrininin erozyona uğraması yer alıyor. Askeri açıdan incelendiğinde İsrail'in güvenlik doktrini dört sütuna dayanmaktadır. Bunların en önemlisi, savunmadan önceki birincil silah olan askeri caydırıcılıktır. İsrail ordusunun savaş çabalarını sürdürme konusundaki zafiyetleriyle birlikte 7 Ekim saldırıları, caydırıcılık mitinin çökmesine yol açtı. Bir ülkenin düşman eylemlerini öngörmek için üstün istihbaratına dayanan erken uyarı yetenekleri 7 Ekim'de, 1973 savaşını anımsatan bir şekilde kusurlu olduğunu gösterdi. İsrail'in caydırıcılığın başarısız olduğu durumlarda birincil savunma gücü olarak tasarlanan savunma kabiliyeti ise Gazze'de yetersiz kaldı ve yetkin bir ordu olarak savaşmanın zorluklarını ortaya koydu. Başlangıçta Hamas'ın yok edilmesini hedefleyen ve dördüncü sütun olan "kesin zafer", Netanyahu yönetimi altında Hamas'ı "yok etmekten" "zayıflatmaya" dönüştü. Zira birincisine ulaşmanın mümkün olmadığı açıkça görüldü.

Konvansiyonel savaş ve savaş ortamındaki değişen dinamikler, aktörlerdeki ve savaşın doğasındaki değişimlerle birlikte İsrail'in Ortadoğu'daki caydırıcılık ve güvenlik stratejilerinin etkinliği konusunda şüpheler uyandırıyor. Özellikle İran'ın Suriye ve Lübnan'da artan yıkıcı rolü de düşünüldüğünde bu şüpheler daha da büyüyor. Dolayısıyla Gazze savaşında sonuç ne olursa olsun İsrail'in kendini daha güvende hissetmesi pek mümkün değildir.

Ek olarak İsrail'in kayıpları askeri alanın ötesine uzanıyor. Bir ülkenin temel çıkarları ve korkuları rasyonel ya da dünyevi olmaktan çok dini olduğunda, uluslararası ilişkilerde normal davranışlar sergilenemez hale gelir. IŞİD buna iyi bir örnek teşkil ediyor: dünyevi değil dini kaygılarla hareket etti ve kuralları hiçe saydı. 2018'de toprak hakimiyeti sona erdi ve sözde halifelik imparatorluğu yıkıldı.

İsrail'in Gazze'deki kural tanımaz saldırıları da onu uluslararası hukukun dışında hareket eden bir devlet olarak konumlandırdı ve 7 Ekim sonrası "Gazze soykırımı" ile doruğa ulaşarak İsrail'in uluslararası itibarını lekeledi. Yukarıda sorulan soru bu noktada oldukça önemli. İsrail bir zamanlar ABD'nin İran, Kuzey Kore ve Suriye için tarif ettiği haydut devlet ölçütlerini birebir uyan bir performans sergiliyor. Uluslararası kuralları hiçe sayıyor, bilinçli bir şekilde belirli bir topluluğu hedef alıyor, onları zorla yerlerinden ederek göçe zorluyor. Çevresindeki ülkelerin topraklarını işgal ediyor ve her hangi bir kurala uymadan hava saldırıları düzenliyor.