AK Parti'deki Kaybın Nedenleri ve Sonuçları

31 Mart yerel seçimleri Türk siyasetinin çehresini derinden değiştirebilecek bir sonuç üretmiş görünüyor. Birçokları için sonuçları sürpriz niteliği taşıyor. AK Parti cenahında seçimlerin hiçbir zaman kaybedilemeyeceğine dair bir inanç, muhalefet cenahında ise seçim kazanamamanın getirdiği psikolojik bir ruh hali vardı. Her iki kesim de rasyonelitesini yitirdikleri bir noktaya gelmişlerdi. Seçim sonuçları yeniden siyasal rasyoneliteye dönmeye imkan sağladı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 1977'deki zaferinden bu yana ilk kez birinci parti olarak çıktı ve oyların önemli bir bölümünü aldı. Bu sonuçlar Türkiye siyasetini oluşturan temel dinamiklerde bir değişim ve dönüşüm olduğunu kanıtlar nitelikte. AK Parti, ülkenin en batısında yer alan Ege Bölgesi'nde herhangi bir büyükşehir veya il belediyesi kazanamadı. Marmara bölgesinde ise sadece iki büyükşehir belediyesi kazanabildi. Geleneksel olarak tabanının daha güçlü olduğu Karadeniz bölgesinde ise siyasal hakimiyetini koruyamadı; birçok il ve ilçeyi ya CHP'ye ya da diğer partilere kaptırdı.

Benzer bir eğilim, AK Parti'nin sadece üç ilde birinci olabildiği Akdeniz Bölgesi'nde de gözlendi. Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde ise geleneksel rakibi DEM Parti karşısında oyları bir önceki yıllarda göre azaldı. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde sadece iki şehirde kazanabildi. Geleneksel olarak en yüksek oy oranlarını gördüğü Adıyaman'ı CHP'ye, Şanlıurfa'yı YRP'ye kaybetti. Daha çarpıcı olan ise AK Parti, katılımın yüzde 78 olduğu (son 20 yılın en düşük oranı) yerel seçimlerde bir önceki yerel seçimlere göre yaklaşık 4 milyon oy kaybederken, 2023 yılında Cumhurbaşkanlığını kazandığı seçime göre ise 2 milyon oy kaybetti. CHP ise bir önceki yerel seçimlere göre oylarını yaklaşık olarak 4.5 milyon artırırken, 2023 yılında kaybettiği seçimlerden 3.5 milyon daha fazla oy aldı.

Bu sonucun arkasındaki en büyük neden AK Parti seçmenin düşük katılımı ile ilgili olsa da sonuçlar, AK Parti'nin 2002'den bu yana ilk seçim yenilgisini aldığını gösterir nitelikte. Peki bu sonuçları nasıl ele almalıyız ve bundan sonra Türkiye siyasetinde neler yaşanabilir

AK Parti'deki Kaybın Nedenleri
AK Parti'nin seçimleri benzeri görülmemiş bir şekilde ikinci sırada tamamlamasına neden olan çeşitli faktörler genel olarak iki ana kategoriye ayrılabilir. İlk kategori, seçmen davranışını ve motivasyonunu etkileyen, başta ekonomi olmak üzere gündelik hayatla doğrudan ilgili konuları kapsıyor. Türkiye 2020 yılında ortaya çıkan COVID-19 salgınına etkili bir şekilde müdahale etmesine rağmen, salgının neden olduğu ekonomik gerilemeyi hafifletmekte zorlandı. Türk lirasının dolar karşısında değer kaybetmesi, maliyetlerin yükselmesine ve bunun sonucunda fiyat istikrarının kaybolmasına yol açarak enflasyonda önemli bir artışa neden oldu. Böylece Türkiye, özellikle gıda enflasyonunun en yüksek olduğu bir ülkeye dönüştü.

Ayrıca 2023 yılında 11 ili etkileyen yıkıcı deprem Türk ekonomisine 100 milyar dolardan fazla zarar verdi. Hükümetin özellikle 2023 genel seçimleri öncesinde hayata geçirdiği EYT düzenlemesi, ekonomik sorunları daha da derinleştirdi. Süregelen ekonomik çalkantılar ve bunların hızla çözülemeyeceği beklentisi seçmenler arasında hoşnutsuzluğu körükledi. Yaklaşık 16 milyon kişiyi etkileyen ve hükümetin mümkün olan en düşük emekli maaşını tercih etme kararıyla karakterize olan emeklilik tartışması ise özellikle düşük gelirli seçmenler arasında yaygın bir kızgınlık ve öfkeye yol açtı. Sonuç olarak ekonomik sıkıntı sadece seçime katılımı azaltmakla kalmadı, aynı zamanda geçmişte ona oy vermiş seçmenleri AK Parti'yi cezalandırmaya teşvik etti.

AK Parti'nin ikinci sıraya gerilemesi sadece ekonomik faktörlere de bağlı değil. Tek etken ekonomi olsaydı, partinin 2023 seçimlerinde zafer kazanması pek olası olmazdı. Buna ek olarak parti, aday belirleme sürecinde, özellikle de büyükşehir belediye başkan adaylarının seçiminde zorluklarla karşılaştı. Genel merkezin tercihleri ile şehrin dinamikleri, değişen sosyolojik eğilimler ve muhalefetin o şehre yönelik stratejileri arasında bir farklılık oluşması ciddi bir sorun ortaya çıkardı. AK Parti'nin rekabetin olduğu illerde mevcut belediye başkanları ile seçime girme kararı, bazı partililer nezdinde memnuniyetsizliğe ve şaşkınlığa yol açtı. Örneğin AK Parti'nin geleneksel olarak güçlü bir desteğe sahip olduğu bazı İstanbul ilçelerinde, değişimden yana tavır almak yerine yerine statükoyu korumayı tercih ederek mevcut belediye başkanlarıyla seçime gitmesi seçmeni küstürdü ve CHP'nin birçok ilçede zafer kazanmasıyla sonuçlandı. Buna karşılık CHP aday seçiminde daha genç ve milliyetçi adaylar da dahil olmak üzere geleneksel ideolojik yelpazesinin dışındakileri tercih ederek cesur davrandı.

AK Parti'nin karşılaştığı diğer bir zorluk, yerelde muhafazakar adaylarla yürütülen rekabetti. Özellikle Yeniden Refah Partisi (YRP)'nin yerel seçimlerde sergilediği AK Parti karşıtı tutum, dış politika, Gazze ve ekonomi gibi çeşitli konularda sergilediği muhalif performans, bazı küskün AK Partilileri yerel aday göstermesi gibi etkenler, muhafazakar seçmenlerin dikkatini çekti. Daha da önemlisi YRP'nin karşıt pozisyonu muhalefetin eleştirel söylemini de pekiştirdi. Dolayısıyla muhafazakar seçmenlerin memnuniyetsizliği AK Parti'den YRP'ye azımsanmayacak bir oy geçişkenliğine sebep oldu.

AK Parti'nin seçimler için ikna edici kapsayıcı bir anlatı oluşturamaması da gerilemenin bir diğer itici faktörüydü. Geleneksel olarak "güvenlik ve beka", son birkaç seçimde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından seçmenleri harekete geçirmek için başarıyla kullanılan kilit bir tema haline gelmişti. Ekonomik zorluklara rağmen seçmenler genellikle güvenlik konularına öncelik vermiş ve muhalefetin ulusal güvenlik konusundaki yaklaşımından rahatsızlık duymuşlardı. Ancak 31 Mart'ta seçmenler, AK Parti ile CHP bir seçime zorlanacağı "ayrıştırıcı" bir söylemsel alan göremedi. İstanbul başta olmak üzere DEM Parti ile işbirliği yapması CHP'yi milliyetçi-muhafazakar seçmen nezdinde marjinelleştirmediği gibi AK Parti'yi de milliyetçi seçmen açısından tek seçenek haline dönüştürmedi. Güvenlik dışındaki alanlarda da seçimin ana hikayesi toplumu ne heyecanlandırdı ne de endişelendirdi. Örneğin İstanbul'da deprem endişesi oldukça gerçekçi olmasına rağmen yeterli görülmedi.

AK Parti'nin kaybetmesinin ikinci ana kategorisi, Türkiye'deki sosyo-politik, kimliksel ve ideolojik dinamiklerin daha geniş çaplı dönüşümünü içermektedir. Bu dönüşümün dikkate değer bir yönü, siyasi çizgilerin bulanıklaşması ve partiler arasındaki ayrımın azalmasıdır. Geleneksel olarak Türkiye'de parti kimlikleri kutuplaştırıcı olmuş ve seçmen davranışını önemli ölçüde şekillendirmiştir. Ancak 31 Mart yerel seçimleri, geleneksel olarak laikliğin sadık bir savunucusu olan CHP'nin daha esnek bir duruş benimsemesiyle bu kalıptan bir kaymanın işareti niteliğindedir. CHP'nin, milliyetçi eğilimleri olanlar ve dindarlıklarını öne çıkaranlar da dahil olmak üzere geleneksel ideolojik kapsamı dışındaki adayları seçmesi stratejik bir hamleyi temsil etmektedir. Sonuç olarak muhafazakâr ve dindar duruşuyla bilinen AK Parti kendisini sadece CHP ile değil, aynı zamanda benzer bir seçmen tabanına hitap eden YRP ile de rekabet ederken buldu. Bu anlamda ne CHP'den aday olan ne de CHP'yi daha önce tercih etmeyenler için CHP'ye oy vermek bir tabu olmaktan çıktı. Buna dair onlarca örnek vermek mümkün.

Seçimin Siyasi Sonuçları
Yerel seçim sonuçları Türkiye'nin ekonomi politiği üzerinde kapsamlı etkileri olmaya aday. CHP'nin kazandığı belediye sayısı bakımından AK Parti'yi geride bırakarak birinci parti konumuna yükselmesi dikkate değer bir sonuçtur. Bu zafer, CHP'nin muhalif gruplar arasında güçlü bir lider olarak rolünü pekiştirmekle kalmamış, aynı zamanda 2028'de yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri için de avantaj sağlamıştır. Ülkenin GSYİH üretiminin yüzde 78'ine katkıda bulunan şehirleri yönetmek, CHP'ye stratejik bir üstünlük sağlayarak ekonomik eko-sistemi önemli ölçüde etkilemesine ve alternatif bir güç alanı oluşturmasına olanak tanımaktadır. Buna karşılık AK Parti, geleneksel ekonomi politik kalelerini kaybetmesine bağlı olarak daralan muhafazakâr ekonomik ekosistemin zorluklarıyla karşı karşıya kalabilir ve bu durum seçmen tabanında ideolojik ve parti kimliği yerine ekonomik rasyonalitenin geçmesine neden olabilir.