Uluslararası Toplumun Ortak Sorumluluğu Çerçevesinde Filistinlilerin Yurtsuzlaştırılması Sorunu

Yakın tarihimizde insanlık; pek çok sürgün, etnik temizlik ve soykırım gibi ağır küresel insani trajedilere tanıklık etmiştir. Böylelikle evrensel insan hakları değerlerinin ve koruma mekanizmalarının kırılganlığı gözler önüne serilmiştir. Bunun yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğindeki en yakın ve belki de en uzun soluklu örneği, İsrail'in asimetrik insanlık dışı yıkımları neticesinde Gazze'de yaşanmaktadır. Tarihsel düzlemde temelleri on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru atılan, yirminci yüzyılda gittikçe su yüzüne çıkan ve yirmi birinci yüzyıla gelindiğinde bambaşka bir boyuta evrilen İsrail-Filistin ihtilafı, kuşkusuz uluslararası toplum nezdinde bugün hala çözüm bekleyen temel sorun alanlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde yüzyıllar boyunca barışın ve istikrarın hüküm sürdüğü toprakların Birinci Dünya Savaşı neticesinde elden çıkmasıyla bölgede oluşan siyasi boşluk, Filistin topraklarındaki siyasi, toplumsal ve demografik dengelerin baştan aşağı değişmesine sebep olmuştur. Bu durum bölge açısından önemli yapısal değişiklikleri ve köklü kırılımları beraberinde getirmiş, günümüzde bölgede egemen olan istikrarsızlığın temelleri sömürgeci devletlerin de girişimleriyle o dönemde atılmaya başlanmıştır. Teo-politik ve ideolojik bir referansla Arz-ı Mev'ud (vadedilmiş topraklar) söylemi üzerinden hareket eden Siyonizmin devletleşme süreci, Filistin topraklarında Filistinlilere yönelik on yıllarca süren baskı, sürgün, zulüm ve katliam neticesinde 14 Mayıs 1948 tarihinde tamamlanmıştır. İsrail Devleti, tarih boyunca işgal politikalarını sürdürmüş; sözde 'yerleşimci' uygulamalarıyla sistematik biçimde Filistin halkının mülksüzleştirilmesine ve yurtsuzlaştırılmasına yol açmıştır.

Filistinlilere yönelik evrensel insan hakları değerlerini hiçe sayan işgalci politikalarına yönelik uluslararası toplumun çağrılarını yok sayan İsrail; bölgede Filistinlilere yönelik her türlü insan hakları ihlalini gerçekleştirmekte, pervasızca saldırılarını sürdürmekte ve uluslararası sistemde kendine istisnai bir alan inşa etme çabası içerisinde hareket etmektedir. Bu çerçevede işgalci İsrail Devleti'nin sınır tanımaz, hukuksuz uygulamaları ve politikalarının bölgedeki barışa, güvenliğe ve istikrara yönelik önemli bir tehdit oluşturduğu görülmektedir. Nitekim 7 Ekim 2023 tarihinden bugüne kadar İsrail'in kolektif devlet şiddeti sonucunda Filistin'de yaşanan insanlık krizi, bunun en güncel ve en canlı kanıtı olarak karşımızda durmaktadır. Gazze'deki can kaybı 13 binden fazlası çocuk olmak üzere 48 bin 271'e, yaralı sayısı ise 111 bin 693'e yükselmiştir (Anadolu Ajansı, 18 Şubat 2025). Bugün, Filistin'de 2 milyondan fazla kişi; güvenlik, gıda, su ve sanitasyon, barınma, sağlık hizmetleri, tıbbi malzeme, eğitim, elektrik ve yakıt gibi temel insani ihtiyaçlarından mahrum biçimde, adeta bir açık hava hapishanesinde hayatta kalma mücadelesi vermektedir.

Bugün, bütün evrensel insan hakları değerleri ve normları yok sayılırcasına, tüm dünyanın gözleri önünde İsrail tarafından en temel ihtiyaçlarından bile mahrum bırakılan Filistinlilere yönelik kolektif bir yurtsuzlaştırma politikası takip edilmekte ve demografik mühendislik yapılmaktadır. Milyonlarca Filistinli, katliam ve tehcir sebebiyle topraklarından sürülmekte ve geri dönüş haklarından da mahrum bırakılmaktadır. Birleşmiş Milletler'e (BM) göre Gazze Şeridi genelinde en az 1 milyon 900 bin kişi -ki bu nüfusunun yaklaşık 90'ına tekabül etmektedir- yerinden edilmiştir.

Tarihsel düzlemde 1967 sonrasında İsrail, Doğu Kudüs'ün statüsünü değiştirerek diğer muhataplara kabul ettirmek amacıyla özel mülkiyet alanlarını kamulaştırmış; yerleşim birimleri inşa etmiştir. Ayrıca Doğu Kudüs'ten ayrılmak zorunda bırakılan Filistinlilere ait mülklere de el koyulmuştur. Uluslararası toplum nezdinde etkili adımların atılmaması, İsrail'in bölgedeki yayılmacı politikasının genişlemesine sebebiyet vermiştir. Bu durum, bölgede yaşanan insanlık krizini içinden daha da çıkılmaz hale getirerek barış umutlarını her defasında yok etmiştir.

İsrail, yıllar içinde bölgenin güvenliğine ve istikrarına tehdit oluşturan bir ana aktöre dönüşmüştür. Bugün İsrail tarafından yürütülen bir dizi eylemlerle Filistinliler üzerinde baskı kurulmakta ve Filistinliler kendi istekleri dışında başka ülkelere göç ettirilmeye zorlanmaktadır. Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin Cenevre Sözleşmesi'nin (Dördüncü Cenevre Sözleşmesi) 49'uncu maddesinin birinci fıkrası "Korunan şahısların işgal altındaki topraklardan işgalci gücün topraklarına veya işgal altında olsun ya da olmasın başka bir ülkenin topraklarına bireysel veya kitlesel olarak zorla nakledilmeleri ve sınır dışı edilmeleri, gerekçesi her ne olursa olsun, yasaktır." hükmünü ihtiva etmektedir. Bu anlamda mezkûr Sözleşme bağlamında İsrail'in zorla yerinden edilme yasağına uygun hareket etmediği açıktır. Son dönemde ortaya atılan Filistinlileri yurtsuzlaştırma söylemlerinin uluslararası hukuk ve evrensel insan hakları değeriyle bağdaşmaması bir yana iki devletli çözüm anlayışına da uygunluk teşkil etmediği ifade edilebilir. Filistinlilerin kolektif iradelerinin yok sayılması, bölgedeki çözümsüzlük ve istikrarsızlık krizini gün geçtikçe derinleştirmektedir.