Global Gıda Krizi ve Vicdan Diplomasisi

Gündelik yaşamsal gereksinimlere ve asgari yaşamsal beklentilere ilişkin globalleşen kaygı bozukluğunun köklendiği belirsizlik çağının en kritik insan hakları sorunlarından birisi gıda hakkına ilişkin olarak karşımıza çıkmaktadır. Gıda hakkı 'açlıktan ve yetersiz beslenmeden kurtulma, besleyici ve kültürel olarak kabul edilebilir nitelik ve nicelikte yeterli yiyeceğe her zaman fiziksel ve ekonomik erişim hakkı' olarak tanımlanmaktadır. Söz konusu sosyal hak, devletler ve diğer ekonomik ve politik aktörler tarafından baskıya, sömürüye, ayrımcılığa ve gücün kötüye kullanılmasına karşı bireylerin, sosyal grupların ve halkların mücadelelerinden kaynaklanan sosyal bir yapı olan daha geniş insan hakları çerçevesinin bir parçası olarak değerlendirilebilmektedir. Gıdanın insan yaşamı için temel fonksiyonu göz önüne alındığında diğer temel hakların korunması ve gereğinin yerine getirilmesi açısından yaşamsal önemi haizdir. Böylesi yaşamsal bir değeri güvenceli kılma amacına matuf olan gıda hakkı, sözleşmesel çerçevede genellikle yeterli yaşam standardının bir bileşeni olarak görülmektedir. Karşılaştırmalı Anayasalar Projesi verilerine göre bugün dünya genelinde yalnızca 30 ülke gıda hakkını anayasal güvence altına almaktadır. Sınırlı sayıdaki ulusal anayasalar dışında diğer ülke hukuk sistemlerinde gıda hakkının daha dolaylı biçimde ilgili diğer hükümler üzerinden güvence altına alındığı görülmektedir. Bu durum, dünyada trajik bir tabloya dönüşen açlık ve yoksulluk krizine ilişkin küresel duyarsızlığın bir göstergesi olarak okunabilmektedir. Hem ulusal hem de uluslararası düzeyde gıda hakkını güvence altına alma amacına matuf yeni yasal çerçeveler oluşturulma yönünde bir siyasal irade ortaya konulsa da gıda hakkı ihlalleri ve yoksunlukları trajik bir insani gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Bu global insani kriz ile mücadele noktasında toplumsal adaletsizliğe ve yoksulluğa dayalı açlığa yol açan gıda üretim ve tüketim süreçlerinin gıda politikası çerçevesinde değerlendirilmesi kaçınılmaz bir gerçekliktir. Gıdanın insan yaşamı açısından bu kritik önemine rağmen bugün dünya ulusları, açlık ve yoksulluk kriziyle karşı karşıyadır. Bugün dünya genelinde halen yeterli gıdaya erişim imkanına sahip olmayan 1 milyardan fazla insan yaşam mücadelesi vermektedir. Global ölçekte milyonlarca insan doğal afetler, artan iç çatışmalar ve savaşlar ile gıdanın politik bir silah olarak kullanılması sonucu kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Gıdanın araçsallaştırılması, global ölçekte 820 milyondan fazla insanın kronik olarak açlık çekmesine yol açmaktadır. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'ne (IPCC) göre, gelecek senaryosu açısından bakıldığı zaman iklim değişikliğine karşı tedbirler alınmaması durumunda gıda güvenliğinin kritik derecede tehlikeye gireceği kaçınılmaz bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Dünya Gıda Programı'nın (WFP) verilerine göre; 2023 yılında 79 ülkeden 345 milyondan fazla insanın yüksek düzeyde gıda güvensizliği ile karşı karşıya kalacağı öngörülmektedir. Bu sayısal veri, 2020 yılında açlıkla mücadele eden insan sayısının iki katına tekabül etmektedir. Food Security Information Network tarafından yayımlanan 2023 Küresel Gıda Krizleri Raporu; 2021 yılında gıdaya erişimde 193 milyon insanın güçlük çektiğini; 2022 yılında ise bu sayının 258 milyona yükseldiğini ortaya koymaktadır. Tüm bu sayısal veriler çerçevesinde gıda sorununun, gıda ürünlerinin yeterince üretilmemesinden değil, daha çok gıda satın almak için yeterli ekonomik imkana sahip olunmamasından kaynaklandığı ifade edilebilir. Neoliberal gıda sistemi, yüz milyonlarca insanın yetersiz beslenmesine veya aç kalma riskine mahkûm olmasına yol açmaktadır. Neoliberal politikalar sonucu gıdanın beslenme refahı için bir ön koşul olan sosyal bir yeme ve beslenme sürecinin ifadesi olarak değil; bir 'meta' olarak nitelendirildiği görülmektedir. Covid-19 pandemisiyle birlikte daha da şiddetlenen gıda krizinin Ukrayna ile Rusya arasında devam etmekle olan savaşla birlikte giderek derinleştiğine tanıklık edilmektedir. Ukrayna ile Rusya arasında 24 Şubat 2022 tarihinde patlak veren savaş, ekim ve hasat alanları üzerinde olumsuz etkilere yol açmaktadır. Nitekim bu savaş gıda tedarik zincirini ve üretim süreçlerini sekteye uğratmak suretiyle global gıda sektörünü olumsuz biçimde etkilemekte ve gıda sisteminin kırılganlığını ortaya çıkarmaktadır. "Dünyanın ekmek sepeti" olarak nitelendirilen Ukrayna'nın gıda