Sağ popülizm, sol seçkincilik

Sağ ve sol ayrımını kesin ve net çizgilerle ayırmak kolay değildir. Tarihsel süreçte bu ayrım, özellikle Fransız Devrimi'nden itibaren şekillenmiş, zamanla toplumsal, siyasal ve ekonomik mücadelelerin içeriğine göre yeniden tanımlanmıştır. Günümüzde sağ ve sol; yalnızca bir ideolojik tutumu değil, aynı zamanda belirli toplumsal eğilimleri, değer sistemlerini ve siyaset yapma tarzlarını da ifade eder. Türkiye'deki sağ ve sol ayrımı ise ekonomi politikaları üzerinden değil; daha çok kültürel aidiyetler, yaşam tarzları, inanç sistemleri, tarih anlatıları ve kimlik kurguları üzerinden şekillenmiş ve bu ayrım zamanla toplumsal kutuplaşmanın da zeminini oluşturmuştur.

Türkiye'de sağ sol ayrımının hareket noktasını bu gerçeklikten alarak değerlendirmemiz gerekiyor. Bu hareket noktasını ideolojik olmaktan çok yaşam tarzları arasındaki çatışmada görürüz. Bu durum siyasal mücadelenin rasyonel bir zeminde değil, kültürel sadakatler ve aidiyetler üzerinden yürütülmesine neden olur. Bu yüzden Türkiye'de sağ ve sol ayrımını değerler çatışması üzerinden okumalıyız. Aslında bu çatışma alanı modernlik ile gelenek, sekülerlik ile muhafazakârlık arasında bir salınımdır.

Başlıkla özetlemeye çalıştığımız yaklaşım tarzı sağ sol kavramlarının asli mecrasından uzaklaşıp zihin dünyamızdaki izdüşümünü yerli yerine oturtmamız açısından da önemlidir. Osmanlı modernleşmesinin gelişim süreci kültürel anlamda düalist bir zeminin oluşmasına neden olmuştur. Osmanlıdan başlayıp Cumhuriyet döneminde devam eden tepeden inme modernleşme çabaları halkta anti-elitist bir bakış açısını doğurmuştur. Tam burada sağ-popülizm halkın önemsediği din, gelenek, millet gibi değerleri savunucu role bürünerek ve bu değerleri hoyratça kullanarak siyaset üretmeyi tercih etmiştir. Sağ popülizmin merkezi retoriği milliyetçilik vurgusu, dinsel semboller, güvenlik vurgusu ve buna bağlı olarak gelişen dünyaya meydan okumaya dayanır. Bu söylem nihayetinde halkın temsil gücünü elinde tutan lider merkezli bir anlayışı da besler.

Sol seçkincilik ise modernleşmenin ikinci kuşağından başlayarak halkı modernleşme denklemine dâhil etme misyonunu üstlenen konumundadır. Bu seçkinci yapı batılılık ile yerellik, modernlik ile gelenek ve din ile bilim arasında karşıtlıklar ve dikey bir hiyerarşi inşa ettiği için halk ile aralarına mesafe koymayı tercih etmişlerdir. Bu da halkın gündeminden uzaklaşmayla sonuçlanmıştır. Bu uzaklaşmanın öznelerinin tutumu bakımından da farklılık göstermektedir. Bu bazıları için nefreti bazıları içinse bilgisizliği doğurmuştur. Sağ siyaset ise tam bu noktada nefret üreten söylem ve bilgisizliğin doğurduğu yanlış anlamalar üzerinden popülist siyaset üretmeyi bilmiştir.