Zulmün ve vahşetin olduğu yerde terazi vicdandır. Reel politik kaygıların böyle bir ortamda karşılık bulmaması gerekiyor. Zulme karşı duruş göstermenin iç politik veya diplomatik bir karşılığının olmasını beklemek insan olmanın amacına uygun değildir. Çünkü burada sadece devreye insani gerekçeler girmelidir. O yüzden Filistin başta olmak üzere zulmün olduğu tüm coğrafyalara karşı yükselen sesin siyaseten muhasebeleştirilmesinin bir anlamı yoktur.
Peki, gerçekten zulümlere karşı gösterilen tavırlar tamamen insani ve adaletin gereği mi yoksa güçle vicdan arasında kalmış siyasilerin politik stratejisi mi
Bu soruya gündemden yola çıkarak cevap ararsak, daha doğru sonuçlara ulaşmış oluruz. Meseleye ülkemiz özelinden bakarsak; Filistin sorununa dair yükselen ses, Türkiye'de siyasilerin halk nezdinde meşruiyet devşirdiği önemli bir sembolik mesele olarak görülür. Türkiye'de halkın büyük çoğunluğu Filistin davasını sahiplendiği için, siyasiler bu meseleyi halkla bağ kurmanın güçlü bir aracı olarak kullanır. Gazze'ye dair her yükselen ses, toplumun geniş kesimlerinden destek görür. Çünkü kamuoyu ilk aşamada eylemlerle değil söylemlerle ilgilenir.
Konuya sadece iç siyaset açısından bakılmaması gerekiyor, aynı zamanda bu sesin dış politika açısından da somut bir karşılığı vardır. Gazze'de olanlara karşı kürsülerden söylenen sözün hem Müslüman toplumlar nezdinde itibar edinme hem de bu coğrafyadaki stratejilere dâhil olabilme noktasında diplomatik açıdan katkıları olduğu aşikâr. Olaya bu pencereden yaklaştığımız zaman insani olarak gelişen bir duyarlılıktan değil metalaşan Filistin meselesinden söz edebiliriz. Ne yazık ki, Filistin duyarlılığı günümüzde bu sembolik ve somut karşılıkların bir parçası olmaktan kendini kurtaramıyor.
Ülkemizin bu zulme karşı takındığı tavrın izdüşümünü buralarda aramalıyız. Türkiye'nin Filistin konusundaki yüksek perdeden gelişen söylemleri ile pratikteki diplomatik, ekonomik ve stratejik adımları arasında derin uçurum olduğunu görüyoruz. Bu durumun Filistin davasına hizmet etmediği aşikâr. Çünkü bu tarz söylemler eyleme dönüşmediği sürece halklar nezdinde paratoner vazifesi görmeye, devletler nezdinde ise etkisiz bir aktör olarak kalmaya mahkûm olacaktır.
Aslında Türkiye'nin dış politikasının özeti de burada yatıyor. İçeriye yükselen sesin yankısı, dışarıda ise etkisiz aktör olmanın çelişkisi. Bu durum Gazze'de yaşanan katliama karşı takınılan tavırda da kendini gösteriyor. Türkiye'yi yönetenlerin bize sunduğu manzara şudur: yüksek perdeden yükselen sözler, meydanlarda yankılanan sloganlar, uluslararası toplantılarda verilen sert demeçler; ama gerçekte ise şu tablo değişmiyor: Gazze yine yalnız, abluka yine devam ediyor ve İsrail ile Türkiye arasındaki gerilim sadece demeçlerde kalıyor ama diplomatik yaptırımlar hiç akla gelmiyor.