BİR YILDIZ GİBİ KAYDI...
Şubat başında evimizde büyük çaplı bir yenilenmeye karar verdiğimizde bizi en çok yoran sanattan edebiyata, siyaset biliminden tarihe, sinemadan gastronomi kültürüne uzanan kitapları kolilere yerleştirme aşamasıydı.
Her toplanmanın ardında biraz da hafifleme, küçülme, fazlalıklardan kurtulma duygusu yatar aslında.
Ama söz konusu olan kitaplarsa bu kolay olmuyor. Kolilere öyle kolaylıkla yerleşmiyorlar, geçmişten bugüne yolculuk yaptırmadan.
O dönemde elime alıp da yazmak üzere kenara ayırdığım kitaplardan biri Filiz Akın'ın anıları eşliğinde yemek tarifleri verdiği "Lezzete Merhaba" adlı kitabıydı.
Bir diğeri de Ali Can Sekmeç'in yazdığı, sanatçının yaşam öyküsünün ve filmografisinin yer aldığı Malatya Uluslararası Film Festivali tarafından yayımlanan "Bir Zarafet Elçisi" adlı çalışmaydı.
Ama maalesef ben bu düşüncemi gerçekleştiremeden sevgili Filiz Akın, 21 Mart'ta aramızdan ayrıldı.
Bu hafta iki kitabı da kimi zaman hüzünle kimi zaman gülümseyerek okurken ona olan sevgim ve saygım daha da arttı.
O hep dillendirildiği gibi Yeşilçam'ın dört kare asından biriydi. Çocukluğumda içlerinde en çok onu severdim.
Türk Sineması'na bir daha onun gibi zarif, narin, hassas bir kadın oyuncu gelmedi. Sarışın vamp kadın imajı da onunla yıkıldı.
Kimi zaman şımarık zengin kızı, kimi zaman da "Ankara Ekspresi"ndeki rolü gibi cazibeli ulaşılmaz casus oldu.
Yılmaz Güney'in yazıp yönettiği ve başrolleri paylaştıkları "Umutsuzlar" ve "Utanç" filmleriyle de oyunculuğu bir başka boyuta geçti.
Sinemanın bunalımlı döneminde 1975-81 yılları arasında sahneye çıkmak zorunda kaldı.
SİNEMAYA VEDA
Ve 117 filmin ardından sinemayı bıraktı, evlenip Paris'te yaşamaya başladı.
11 yıl sonra "Geçmiş Bahar Mimozaları" dizisinde oynama teklifi alınca İstanbul'a döndü.
Üçüncü evliliğini de 1994 yılında Türkiye'nin en başarılı diplomatlarından, dönemin MİT Müsteşarı Sönmez Köksal'la yaptı. Birkaç yıl sonra büyükelçi eşi olarak tekrar Paris'e gitti.
"Lezzete Merhaba" kitabında anlattığı gibi yurtdışında yaşarken 40 yaşında yemek yapmaya başladı, sefireliği döneminde de büyükelçilikte Türk mutfağını en iyi biçimde tanıtma amacıyla verdiği davetler, hazırladığı sofralar sayesinde zorunluluğu hobiye dönüştürdü.
Ardından "Çok şey öğrendim, kazandım" dediği kanserle yüz yüze geldi.
Kanser eşittir ölüm olmadığını anlatma misyonunu üstlendi bu kez.
Bu yıllarda tanıştığım birkaç yerde karşılaşıp konuştuğumuz Filiz Akın yaşamının bu evresini de olgunlukla karşıladı ve onurlu bir şekilde saklamadan, gizlemeden deneyimlerini paylaşarak geçirdi.
Ve bir ay önce bir yıldız gibi kayarak aramızdan ayrıldı.
Dileğim onu çok iyi anlatan ama ikisi de 13 yıl önce sınırlı sayıda basılan bu iki kitabın tekrar yayınlanarak okuyu-cularına ulaşması ve gelirinin muhtaç durumda olan kanser hastaları için kullanılması.
Sanırım bu onu da çok mutlu ederdi.
Sevgili Filiz Akın sizi unutmak mümkün değil, huzur içinde uyuyun...