Barselona'da üç gün...
Özellikle yurt dışında bir kente gittiğinizde sizi karşılayan pasaport polisinin tavrından havasına, kaldığınız otelden gittiğiniz restoranlara birçok ayrıntı o seyahatin ruhunu belirler. Özellikle de o kenti daha önce çeşitli nedenlerle dört beş kez ziyaret etmiş, tarihi ve turistik yerlerini dolaşmışsanız farklı beklentileriniz olur.
Biz bu kez Avrupa'nın en sevdiğim kentlerinden, uzun süredir de gitmediğim Barselona'ya çok yoğun geçen bir dönemin ardından sadece huzur bulmak ve dinlenmek için gittik.
Alexandra Hotel Curio Collection by Hilton, abartısız sade lüksüyle, hissettirdiği ev sıcaklığıyla bu kentte konakladığımız en kişilikli ve zarif butik oteldi.
Yeme-içme konusuna gelince; bu kez çoğunlukla yerleşiklerinin bildiği, geleneksel mutfak sunan, daha önce gitmediğim restoranları keşfetmek istedim. Bunun için orada okuyan ve sonrasında da sık sık ziyaret ettiklerini, yemek konusuna ilgilerini bildiğim, aynı zamanda iki yakın arkadaş olan Fatih Karaca ve Ömer Yiş'e önerilerini sordum.
İlk akşam valizleri otele bırakıp yürüyüşe çıktık, kendimizi Eixample caddesinde Noel ışıklarının yanmasını coşkuyla bekleyen binlerce kişinin arasında bulduk. Ardından da restoranlar ve yemek kültürü üzerine keyifli sohbetler ettiğimiz Fatih Karaca'nın listesinden daha önceden yer ayırttığımız restoran Sagardi'ye doğru yola koyulduk.
Argentaria Caddesi'ndeki restoran Bask mutfağının özgün reçetelerini kullanarak yemeklerini sunan 30 yıl önce iki arkadaşın kurduğu bir gruba ait. 48 saat mayalanmış ekşi maya ekmeklerden, ançüezlere, orkinos tartardan ızgara Txistorra Bask Sosis ızgaraya tattığımız başlangıçların hepsi gerçekten de malzeme kalitesi ve lezzetiyle çok iyiydi.
Ana yemek seçimlerimizi de Büyükannenin Ev Yemekleri bölümünden yaptık. Derin yağda morina balığı yanında kabuklu patates dilimleri ve fırında yengeç txangurro damaklarımızda unutulmaz bir tat bıraktı. Ertesi gün öğlen yemeği için yürüyerek ve kentin muhteşem mimarisini içimize sindirerek Ömer Yiş'in önerisi Rambla Catalunya caddesindeki şık ve sıcak bir aile işletmesi olan deniz ürünleri restoranı Ciutat Comtal'a geldik. Izgara padron biberi, taze mantar ve kuşkonmaz ızgara, patates bravas, karışık deniz ürünleri tabağı, deniz ürünlü pilav derken bu şöleni 'Krem Katalan' ile sonlandırdık.
Akşam yemeği içinse Fatih Karaca'nın ilk önerim dediği tapas bara gittik. Barselona'nın sahil tarafında bir sokak arasında yer alan Can Mano tam anlamıyla "salaş" bir mekân. Birçok tapas bar gibi rezervasyonla gidilmiyor, erken giderseniz ve şanslıysanız beklemeden yer buluyorsunuz. Bir deniz kabuklusu ya da balığın yanında böylesi düşük rakamlar görmeyişimin üstünden uzun yıllar geçtiği için menüyü elime alınca ilk şaşkınlığım fiyatları oldu.
Bir Gelibolulu olarak ilk gözüme çarpan ızgara sardalyayı, hemen yanına da patates, yeşil biber, domates ve patlıcan kızarması ile çıtır karides söyledik. Her biri tabii ki muhteşem lezzetliydi. Cumartesi akşamı öneri listemizdeki Vinitus'a gittik. Kapıda bekleyenler olmasına karşın bar ve açık mutfağın önünde iki kişilik yer var oturur musunuz teklifiyle içeri geçtik.
Önünüzde duran ürünlerin tazeliği, barı ve servisi idare eden iki genç Filipinli çalışanın pozitif enerjisi, ocağın başındakilerin hızı görülmeye değerdi. Bu cazip büfeden mayonezli ince kıyılmış kalamar ve karides salatası, üstü çıtır fırınlamış camembert, karışık deniz kabukluları tabağı, deniz ürünleri tava gibi sevdiğimiz şeyleri söyledik.