Suratın tatlısı, limonun ekşisi
Mikronezya adasının Yutania'ya bakan kıyı şeridinde, askeri karargâh dışında bir sivil yaşam belirtisi de vardı. O da denizden hayli gerideki derme çatma balıkçı kulübesiydi. Balıkçı dulu Sinarit ile kızı Pavurya, aile reisi öldüğünden beri burada yaşama tutunuyorlardı.
Ana kız çok yoksuldu. Çünkü Tanrı Ol'a biat etmeyip Mikronezya'nın eski ilahı Tanrı Şol'un kurallarına göre yaşayan onur, gurur ve erdem sahibi muhaliflerdi. Mikron ordusu sahile çökeliberi, biraz gün yüzü görmüşlerdi. Kulübenin çevresine ektikleri sebzeleri, karargâha satıyor, artık daha iyi yaşıyorlardı. Tabiidir ki karargâha her geliş gidişleri, aylardır düşman bekleyen askerler tarafından yoğun bir ilgiyle izleniyordu.
Ama içlerinden biri, çekingen olduğunca genç ve acemi er Bahtıdar Sıkılganov, annesinin yanında başını hep öne eğerek yürüyen genç kıza düpedüz âşık olmuştu. Her fırsatta ana kızın kulübelerine yaklaşıp gizlice güzel Pavurya'yı izliyordu.
Genç kızın tarlada çapa yaptığı bir sabah, delikanlı Bahtıdar aşkın baskısına dayanamadı. Pavurya'ya arkadan yaklaşıp, yanağına masum bir öpücük kondurdu ve kaçmaya başladı. Öyle hızlı kaçıyordu ki Pavurya ancak üniformasını görebilmiş ama çekingen bir aşığı olduğunu anlamıştı. Yanağına kelebek dokunuşu gibi konan öpücük önce hoşuna gitti, sonra günaha girmiş olabileceğini düşünerek paniğe kapıldı.
Kulübeye koştu. Başına gelenleri bir solukta annesine anlattı ve utanç dolu bir sesle sordu: