Karar ve tavır

Türkiye artık ulusal bir toplum değil. Yobaz Arapçılar, ırkçı Kürtçüler ve zırcahil Osmancıklar sayesinde paramparça. Ama en büyük parçası, yine de Kürt olsun, Türk olsun, Laz vb. olsun kökeninin üstünde tuttuğu toplumsal ve ulusal değerleri paylaşanlar. Halk olmayı başarıp Türkiye Cumhuriyeti'ni savunan laik yurttaşlar.

Ve ister sağda olsun ister solda, bu cumhuriyetçilerin üzerinde birleştiği tek bir payda var: Atatürk.

Arapçıların, Kürtçülerin, Osmancıkların vb. Atatürk'e niçin düşman olduklarını gayet iyi anlıyorum. ünkü hepsi oportünist, bunlardan Osmanlı çökerken de bolca vardı, hepsi, her zaman yabancı güçlerin emrindeydi, bugün de küresel emperyalizmin hizmetindeler.

Ama laik cumhuriyetçi çoğunluğun üzerinde birleştiği biricik paydayı göz ardı edip Atatürk demekten kaçınan, Atatürkçülüğü öcü gibi gören, dolayısıyla belli bir oy potansiyelini de kaybeden bazı solcu aydınları ve sol partileri anlayamıyorum.

TAM BAĞIMSIZLIK NEDİR

Emin olduğum tek gerçek, Atatürk'ün düşünsel çizgisinin Atatürkçüler tarafından bile yanlış yorumlandığı. Onun "tam bağımsızlık" ilkesinden NATO'ya da hayır, AB'ye de hayır, SAFE'e de hayır, dünyaya karşı, yalnız başına, dimdik bir Türkiye anlayan yurtseverler beni çıldırtıyor.

Atatürk'ün varlığında da yokluğunda da dünkü ve bugünkü dünyada hiçbir devlet, dış güçlerle anlaşmadan, birliklere dahil olmadan, ittifaklar yapmadan ayakta kalamaz.

Tam bağımsızlık, girilen ittifakın, üye olunan birliğin içinde devletin çıkarlarını gözeterek pozisyon almaktır. Başka bir şey değil.

Atatürk, bir ömre pek çok insanın kapasitesini aşan bir yaşam sığdırmıştır. Neyi niçin yaptığını biliriz çünkü çok okumuş, düşünmüş, doğru sonuçlar çıkarmıştır. Ama bu sonuçları eyleme dönüştürme başarısını nasıl yakalamıştır

SÖYLEMİ EYLEME, EYLEMİ BAŞARIYA TAŞIMAK

Alev Coşkun'un son kitabı Atatürk, Karar ve Tavır'da* işte bu sorunun yanıtını buldum, yıllardır merak ettiğim söylem/ eylem/başarı denklemini çözdüm.

Alev Coşkun, politikacılar başta, her aydının okuması gereken Karar ve Tavır'da anlatıyor:

Atatürk'ün dış politika ilkesi, ilişkilerde dostlukların ya da düşmanlıkların söz konusu olmadığı, yalnızca devletlerin ulusal çıkarlarının belirleyici olduğu gerçeğine dayanıyordu. Maceralardan uzak, gerçekçi, Türkiye'nin ulusal çıkarlarına odaklı ve geleceğe dönük dış politika ilkelerini şöyle özetlemiş, başarıya da ulaşmıştı:

Komşularımızın iç işlerine karışmayın. Kuzey komşumuz (Rusya) ile iyi geçinin. Arap ülkelerinin aralarındaki mezhep çatışmalarında taraf olmayın. Emperyalist ülkelerin planlarına alet olmayın.

Onun 1931'de söylediği "Yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz" sözleri, yeni Türk devletinin izlediği temel politikayı işaret ediyordu. İç politikada dış politika konularından yararlanmaya, gereksiz hamasete, milliyetçi körüklemelere ve maceracılığa hiç yer vermemişti.

İTTİFAKLARI KARŞI İTTİFAKLARLA DENGELEMEK

Daha Milli Mücadele'nin sürdüğü 1921'de, sosyalist Rusya ile "Kardeşlik Antlaşması" diye anılan Moskova Antlaşması, keza Ermenistan, Afganistan, Azerbaycan ve Fransa ile de dostluk antlaşmaları yapılmıştı. Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası kurucu tapusu Lozan'dan sonra, bu antlaşmalara yenileri eklendi.