Bari adından utansaydınız

Türkiye'nin görüp göreceği en demokratik anayasa, 9 Temmuz 1961'de yürürlüğe giren anayasadır.

"Hukuk devleti" olabilmek için gereken çoğulcu demokrasi ve kuvvetler ayrılığı ilkelerini esas alan yasada, temel hak ve özgürlüklerin ilk kez ayrıntılı tanımları yapıldı, güvence altına alındı. Sosyal devlet ve sosyal haklar gibi kavramlar da ilk kez 1961 Anayasası'nda dile getirildi.

Ancak demokrasiyi içselleştirebilmiş toplumlar için kusursuz sayılacak bu anayasa; 19 yıl yürürlükte kalmasına karşın ne ülkeyi zart zurtla yönetmeye alışık siyasetçilerin işine geldi ne de yurttaş olamayan ahalinin.

1971 askeri darbesinden sonra budandı, 1980 darbesiyle de yok edildi. Zaten yürürlükte kalsa, yaşadığımız son çeyrek yüzyılda cehaletin katma değeri avamlıktan, barbarlığa doğru kayan Türkiye'ye haydi haydi bol gelirdi.

EFSANE HUKUKÇULAR

1961 Anayasası'yla yitirdiğimiz pek çok sosyal hakkın yanı sıra, bugün dövüne dövüne aradığımız bağımsız yargı en büyük kaybımız oldu.

Bağımsız yargı demek, elbette ki yargıçların bağımsızlığı demekti. 1961 Anayasası, hepsi yargıçlardan oluşan Yüksek Hâkimler Kurulu'yla işte bunu sağlamıştı. Adalet bakanının kurul toplantılarına katılmaya hakkı vardı ama oy hakkı yoktu. Yani adalet, siyasal erkin baskısından bağımsızdı.

Yüksek Hâkimler Kurulu binası, Ankara'da Tuna Caddesi'nde mücevher gibi bir yapıydı.

Cahit Türesay, Mazhar Budak gibi efsane hukukçu başkanları vardı. Rahmi Süray, Apti Güngör, Şevket Tümer, Vasıf Dinçer gibi üyeleri.

Türkiye Cumhuriyeti'nde bir zamanlar Nurettin Doğan, Vehbi Canbilen ve hem büyük hukukçu hem de felsefe kitapları yazarı İsmail Özmen gibi yargıçlar Yargıtay üyeliğine seçilirdi.

GÜDÜMLÜ ADALET

Bu değerli hukukçuların ortak özelliği, "hâkim teminatı" ilkesine titizlikle bağlı kalmalarıydı. Politika, onların adalete hizmet ettiği kapıdan içeri giremezdi.

Bırakın bir yargıca "şöyle karar ver" talimatı, talimatın iması bile çok sert ve bağışlanmaz biçimde cezalandırılır, cezalandırılacağı da bilinirdi.

12 Eylül askeri darbesi Yüksek Hâkimler Kurulu'nun hakkından geldi. Yolunu döşediği FETÖ yargıyı biçti, ondan boşalan yere oturan bugünkü patronaj da Yüksek Hâkim ve Savcılar Kurulu'nu modele göre dikti.

Artık Yüksek Hâkim ve Savcılar Kurulu'nun başkanı, bizzat adalet bakanı. Müsteşarı da kurulun doğal üyesi. Yani siyasal erk yargının başında, siyaset adaletin içinde ikamet ediyorlar. Doğal olarak ne yargı bağımsızlığı kaldı ne de güven veren adalet kurumu.

YOKSULUN ADI, SOYGUNUN TADI

1970'li yıllarda Yüksek Hâkimler Kurulu'nda görev yapmış emekli bir tetkik hâkimi, elinde elbette Cumhuriyet gazetesiyle Tuna Caddesi'nde yürürken gökdelenlerin arasında boğulmuş simge yapıda geçirdiği ömrü düşündü.

Kadın, erkek ayrımı olmadan meslektaşlarıyla aynı ilkeleri savundukları, hukukun üstünlüğünü savunmak için dayanıştıkları günleri anımsadı.

Kurul binasının tam karşısında belki de zamanın ilki, Biracı Ekspres vardı. Yanında Karadenizlilerin kahvesi. Artık yoklar.