Avamgart Türkiye

2006 yılıydı.

Aramızdan ayrılanların sayısı, kalanların sayısını henüz aşmamıştı. Tüm sevdiklerim hayattaydı ve CHP'nin başına çöreklenen Deniz Baykal, çöreğine yapışmıştı. Şahsım daha "Ben ekonomistim" buyurmamış; "Nas da nas" diye tutturmamış, ceplerimiz boşalmamıştı.

Çiçek Bar'da ayda bir, bir aylık maaşımızı masada bırakmadan buluşabiliyorduk.

Mahalle malum, meyhane malum, masamızdaki "Baraton" mevcudu pek kuvvetliydi. Onlara, yıllar önce çıkıp bir türlü bitiremedikleri bar maratonu yüzünden "Baraton" deniyordu ve yakalarında gazoz kapağından esinlenmiş, çok özendiğim bir rozetleri bile vardı!

İçimde hicran yarasıdır. Ne yazık ki bar bar gezemeyen beni, asla Baraton yapmadılar. Neyse ki o gece, o masadaydım.

YAŞ DEĞİL, KURU GRUBU

Bir ara Berhan Şimşek yanımıza geldi ve gönül ağabeylerine hürmetlerini sundu. CHP'li milletin genç bir vekilini karşılarında bulan Baratonlar, tabii ki Deniz Baykal'ı hedef alan bir yaylım ateşini başladılar.

Berhan Şimşek ne yapsın

Partisinin başına mıh gibi çakılı liderini ciddi ciddi savunsa kendi madara olacak. Savunmasa partisine toz konduracak.

Baraton alayının ironi tarakası, Deniz Baykal'ın kaşlarını sıvazladıktan sonra yaşına yayın başlatınca asgari müşterekte bir ateşkes dileğiyle:

"Ama Deniz Baykal, kendi yaş grubu içinde en yakışıklıdır!" dedi, Berhan Şimşek.

Ali Sirmen, topu sektirmeden şutladı :

"Öylesine yaş değil, kuru grubu denir!"

Kahkahalar patlarken Hüseyin Baş kafa golünü attı:

"Bize de tuzu kuru grubu."

ACI ÇEKTİLER, İHANET ETMEDİLER

Hem gülüyor hem de aynı masayı "eşit" paylaşmak onuruna ve şansına sahip olduğum dostlarımı süzüyordum: Ali Sirmen, Hüseyin Baş, Melih Aşık, Gencay Şaylan, Tunç Başaran, Arif Keskiner... Başkaları da olabilirdi ama sayıları ikili haneleri geçmez. Her birinin yaşamı müthiş bir macera, her birinin zekâsı, birikimi, kültürü ve zarif nüktedanlığı kitaplar ederdi.

Onlarla olmaktan, onlarla konuşmak ve akıl yarıştırmaktan zevk alıyordum. Çünkü benim kuşağımdan onlar kadar olanlar az; yetişenler arasında ise henüz hiç yoktu.

Hâlâ da yok.

Onlar da çocuk, onlar da gençtiler. Kiminin babası yoktu, doğmadan gitmiş ve dönmemişti, Ali Sirmen'inki gibi. Kimi anasını erken yitirmiş, üvey anne sopası yemişti.

Hepsinin içinde vardı, hepimizinki gibi bir gizli acı. Hatta yoksulluk vardı!

Taksi şoförü babası ve kutlu anası yememiş içmemiş, Saint Benoit'ya göndermişlerdi oğul Melih Aşık'ı. Okumaya yazmaya doyamayan Melih'in bir gözünü kör etmişti, avam faşistler.

TÜRKİYE'NİN 'AVANGART'INI EZDİLER

Yağmurda delinip pençelenen ve pençesi paralanıp kabaraları çın çın öten papuçları vardı, kiminin. Arkadaşın olup da onların olmayan flörtler vardı. Kuşkusuz onlar da sigara içtiler yatılı yatısız okul tuvaletlerinde, kavga ettiler, dövüştüler hatta ıssız koridorlarda.

Ama hiç bıçak çekmediler birbirine ve tanık olmadı çocukların çocuklara ölümcül eziyetine. Zaten ne bıçak taşıdılar ne tabanca. Pala nedir, pompalı nedir, bilmediler. Hiçbiri kadın, çocuk dövmedi, kedi köpek öldürmedi. Kimseye fiske vurmadılar, tacizle tecavüzle işleri olmadı. Bırakın çalıp çırpmayı, aç kaldıklarında bile kalemlerini satmadılar.