Muktedir Makropiç, Mikronezya'daki istibdadın bekasını düşünmekten helak olmuştu. Bizzat tetiklediği ekonomik fecaatı doluya koysa almıyor, boşa koysa dolmuyordu.
Şahsına ait adada zaten dolu olan bir Saray kasası kalmıştı. Merkez Pastanesi ve halkın cebi tamtakırdı.
Ulu Çoban, büyük buhranlarda son çarenin ne olduğunu bilecek kadar ekonomistti. Düşündü, taşındı ve bir savaş çıkarmaya karar verdi. Gözüne Mikronezya'nın tarihsel düşmanı; nüfusu keyif ehli, refahı yüksek Yutania adasını kestirdi.
Ancak Mikronezya'nın düzenli ordusu yoktu. Ekonomik fecaatin başında Çin'e başıbozuklarla açtığı Pepepe Savaşı'nın güldürüye evrildiğini unutmamıştı. Önce ordu kurması gerekiyordu.
İlk iş bol yıldızlı, altın sırmalı bir Başmüstebit üniforması diktirdi. Öyle beğendi ki terzi Tak Şak Dikerim'i ordu komutanı atadı.
Mikronezya'nın beton ormanları ve kıraç kırsalında kösler vuruldu, tefler çalındı; gönüllü gönülsüz tüm gençler askere alındı. Komutan Dikerim, ne de olsa terziydi. Erlere önce kaldırım taşlarını boyattı, sonra ellerine birer çuvaldız verip yerlere atılan kâğıtları toplatmaya başladı.
Oysa acemi erlerin içinde, gösteriş olsun diye bazı muktedir çocukları da vardı. Onlardan biri, hayli zeki olduğu bilinen Senkron Mikropiç; topladığı her kâğıt parçasını açıyor, bakıyor, "Bu değil, bu da değil" diye söylenerek tekrar yere bırakıyordu.
Tak Şak komutan, bu garip davranışı fark etmekte gecikmedi. Ancak ünlü müteahhit Mikron Mikropiç'in oğlu Senkron'u kenara çekip güzelce dikmeye de cesaret edemedi. Çaresiz Ulu Çoban'ın huzuruna çıkıp durumu aktardı, ne yapması gerektiğini sordu.