Silahlara veda
Umutla beklenen gün geldi.
Sıcak bir günde, o hiç sevilmeyen ateş yakıldı.
Sanki yitiklerin yürekleri yaktığı ateşi anımsatırcasına.
Barışın bari sembolü olmasaydı ateş.
Ne ki silahlar toprağa da gömülemezdi, suya da atılamazdı, kan kusturmuş demirleri kabul etmezdi toprak ve su.
Kim bilir belki de ölüm makinelerini ancak ateşle yok edebilirlerdi.
Lakin hepimizin o kadar ihtiyacı var ki silahların bırakılmasına.
Terör, kan, ceset, evlat yitimi dağ gibi; acılar bitsin de her şeye razıyız deyip boyun bükmekteyiz.
Hatta o silahlar yanarken kim bilir hangi ana kuzusunu, gök ekini yaşamdan alan kurşun, namlusuna sürüldü diye yüreğimiz bir kez daha yerinden çıktı.
Eli böğründe anneler bile "ben yandım, başkası yanmasın" deyip umutla seyretti silahların bırakıldığını.
Evlat kaybı ile ocakları sönmüş babalar, emperyalistlerin heveslerinin kırılacağı inancı ile derin bir nefes aldı.
Elinin kınası solmamış gelinler, başka kadınlar yalnız kalmasın deyip hıçkırıklarını bohçaladı.
Babasız bir ömür geçiren çocuklar, başka bebeler ortada kalmasın diye gözyaşlarını sakladı.
Yüreği yaralı aileler bilmekteler en çok evlat yitimini, tütmeyen bacaları; o yüzden en çok onlar umutla beklediler silahların bırakılmasını.
Ne dağdaki çocuklar ölsün ne de ovadakiler dediler.
Artık bitsin, yedi düvelin yaktığı bu ateş sönsün,
Ölümün, nefretin, kan yarıştırmanın değil,
Kardeşçe yaşamanın, barışın, insanca duruşun ritimleri tutsun ufukları.
Elbet hâlâ kafalarda soru işaretleri beyinleri tutuşturmakta; dışarıdaki emperyalistler bu kadar kolay vazgeçecekler mi coğrafyamızdan.
Acaba hangi şeytanlıkları düşünmekteler,
Yoksa bu seremoni bir müsamere mi
Oynanıp bitti mi
İkinci perde daha mı gizli, karanlık, izbe, tehlikeli yerlerde çekilmekte.
Şeytanlar taşeron kullanmaktan geçecekler mi
Yoksa bölgeyi daha yenilir yutulur bir dizayn ile mi meşgul katil kafalar.