Mazlumların coğrafyasında

Yaşlı adam ve donmuş anne aynı fotoğrafa sığındı. İkisi de birbirinden mahzundu. Ağlıyordu ekmek kuyruğunda bir çocuk gibi içini çekerek. Yüzünde korku, gözyaşı, ıstırap, acı vardı. Kara kışın yeterince ısıtamadığı yaşlı bedenini besleyebilmek, biraz enerji verebilmek için yegâne gıda gereksinimi olan ekmekle kavgası ar veriyordu. Harmandan arta kalan toprakla karışmış buğday tanelerini nasıl toplayıp haşlayıp aç çocuklarına yedirişini anımsamıştı nenesinin. O cerrar bir dilenci değildi, hep onurla yaşamıştı bugüne değin, kimseden bir şey isteyemezdi, şerefiyle ölmekti duası. Genç olsa belki daha kavi olabilirdi yüreği, çetin şartlara dayanabilmek için. Kendisini ve ailesini geçindirememek, bu yaşta kötü ekonominin acısını çekmek, en temel ihtiyaçlarını alamamak yaşlı yüreğine zor geliyordu. pushfn('ads'); Gıda maddelerini temin edemeyişi, başını eğmekteydi. O taşı sıksa suyunu çıkaracağı güçlü günlerinde. İnşaatın iskelelerine bir kaplan gibi sıçrayıp da. Akşam evine eli kolu dolu dönebiliyordu. Evladı ıyalini herkes gibi güzel yaşatabiliyordu. Şimdi bu yaşlı ve yaralı yaşamı. Bir cebinde ödenecek faturalar. Diğer cebinde alınacak ilaçlar. Onlara en fazla eczanelerde rastlamaktayım. Nasıl un ufak olmaktalar, ceplerindeki para ile ilaç fiyatları arasındaki uçurumdan yuvarlandıklarında. Faturanın yüksekliğini, kulaklarına inanamayıp yineletmeleri nasıl kızdırmakta işlem yapan memuru. Elindeki listede şeker, çay, deterjan; derhem eşinin çekinerek uzattığı eksikler; hangisini ertelemesi gerektiğini bilemediği. Cami çıkışı ille de gezmekten geri duramadığı ne çare ki bir panayırı izler gibi dolaştığı semt pazarının o natürmort manzaraları. Meyvelerin sebzelerin rengârenk harmonisi. Hazine sandığındaki cevherler gibi pazar tahtaları üzerinde sıralanışını izleyip de alamamanın ne demek olduğunu siz nereden bileceksiniz der gibi satıcıların yüzüne