Yeni Asya'nın omuzundaki "büyük vazife"

Üçüncü Said dönemine adım atarken Bediüzzaman şöyle diyordu:

"Evet, büyük kusurlarımdan bir tek suçum: Vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi, dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakikat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine, şimdi bu Afyon hapsinde kanaatim geldi."1

İçtimaî ve siyasî hayata dair umum Nur talebelerine ait bu vazifeyi (böyle kabul etmeyenleri de dahil ederek) bugün Yeni Asya üstlenmiş gibi...

Risale-i Nur'un içtimaî derslerini dikkatle ve anlayarak okuyup dinlemeyen, gazetemizi almayan veya alıp da okumayan bir kardeşimizden, içtimaî ve siyasî hayata isabetli bakış beklemek beyhudedir. Çünkü onun bu sahada fikrî altyapısı yoktur, fikir egzersizinden mahrumdur.

Üstad Said Nursî, Kur'ân'a ve Resulullah'a (asm) dayandıran fikriyatını 1908'lerden itibaren İstanbul'da gazeteler vasıtasıyla duyurmaya çalışıyor, bu mânadaki gazeteleri de "mürebbi-i efkâr" olarak tavsif ediyordu.

Tanzimat dönemiyle bozulmaya yüz tutmuş olan ve İslâm'a uymayan fikirlere yeniden istikamet vermeye çalışıyordu. "Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım (ısrarlıyım)" diyordu.

Bizzat kendisi "mürebbî-i efkâr" olan Üstad Said Nursî', yirminci yüzyılın başında fikirlerini gazete lisanıyla beyan etmişti.

Bugün ise onun fikirleri istikametinde yayın yaptığından asla şüphemiz olmayan ve fikirlerin terbiye edicisi olduğuna inandığımız gazete de bu gazetedir.

Bu minval üzere Yeni Asya; hayatını Kur'ân'a ve Resulullah'a (asm) adamış Bediüzzaman Said Nursî'nin dâvâsını ve fikirlerini gün be gün gelişen hadiseler ortasında canlı tutmak ve onun içtimaî ve siyasî duruşunu sembolize etmek noktasında ve cihad-ı manevîde mühim bir mevki kazanmıştır.

Kur'ân-ı Azimüşşan'ın muhteşem ve mu'cizevî tefsiri Risale-i Nur'u, dünyaya duyurma ve tanıtmada mühim bir rol üstlenmiş durumdadır.