Sevgi küllenmesi

Daha düne kadar; senelik ömrümüzün büyük bir kısmını, sıladaki sevdiklerimizin özlemiyle geçirdiğimiz garbî bir coğrafyadan vatana avdetimizin "hayali cihan değer"di..

Hasretini çektiğimiz mekânda hasretimizi çekenler çoktu. Onların hasreti o kadar halis ve riyasızdı ki, yılda bir defa yerine üç defa, hatta bazen dört defa bizi yanlarına celbederlerdi. Oralar bizim için baba ocağıydı, ana kucağıydı.

Avrupa ortamında safiyetleri bozulmasın diye, anayurdumuzun maarifine havale ettiğimiz mâsum yavrularımın başında anneleri; onların başında da büyüklerimiz vardı.

Evlerimiz dershane; dershanelerimiz evimiz gibiydi. Büyük bir ailenin azaları gibi olmak ne güzeldi.

Vuslat coşkusuyla koşarak ve uçarak geldiğimiz yerden, geri dönüşümüz bir hayli zor ve hüzünlü olurdu.

Daha düne kadar; izin dönemine girerken, sevinçli, heyecanlı ve telâşeli halimize bakarak, yolculuğumuzun nereye olduğunu soranlara, "tâ Van'a kadar" derdik.

Sonra gördük ki, abartılı bir uzaklığı çağrıştıran "tâa" ifadesi; "vatan" kelimesinin içindeymiş. Böylece biz de hüzün verici "ta Van" halet-i ruhîyesinden sıyrılıp, kestirmeden "vatan" diyebilmeyi yeğledik.

Vatanî duyguları duyabilmek, sılayı soluklayabilmek için tâa Van'a gitmek zaruretinden azade kalıp, tavattun ettiğimiz her tarafa, her mekâna munis nazarlarla bakabildik.

Kendimizi "dâüssıla" derdinden bir türlü âzade kılamayınca, herkes gibi biz de doğup büyüdüğümüz yerleri unutamayınca; o zaman munis ve halis Van atmosferini, Erek esintisini, Zernabat ferahlığını, göl serinliğini ve Horhor heybetini bulunduğumuz coğrafyaya taşıyabilmenin gayreti içine girdik.

Ve meseleye, Üstâd'ın penceresinden bakmaya çalıştık.

"Madem her yer misafirhanedir; eğer misafirhane sahibinin rahmeti yar ise, herkes yardır, her yer yarar. Eğer yar değilse, her yer kalbe bardır ve herkes düşmandır." diyebildik.

İnsanlar, bulundukları beldeden uzun süreliğine ayrılırken, helâlleşirler. Ve ilâve ederler: "Gidip de dönmemek, dönüp de görmemek var!" Yaşlandıkça, yaşadığımız bir gerçektir bu! Bir de, "ağzından yel alsın" derler, ama o yel o gerçeği alamaz da, bir yel gibi ağızdan çıkan o temenniyi alıp götürür; bazen ne giden döner, ne de dönen görür!