Derdimiz-davamız-şikâyetimiz

Üstad Said Nursî; Şark'ta aşiretlere hürriyet ve demokrasinin nasıl bir nimet olduğunu anlatırken, onları istikbale ümitle baktırırken, kendisini anlamakta zorlananlardan yüzünü çevirip, istikbaldeki nesillere hitap etmişti.

O günden bugüne 114 yıl geçmesine rağmen, ona kulak tıkamakta ısrar edenler ve nesiller arasına "anlaşılmazlık" duvarlarını kasten örenler; ördükleri duvarların altında kalacaklar ve iki cihanda bunun hesabını veremeyeceklerdir.

Her alanda âleme ders veren büyük Üstâd'ın derdi ve dâvası ne idiyse, onun sesi olan bu gazetenin de derdi ve dâvası odur. Onun verdiği dersler, hâlâ bütün tazeliğiyle yürürlükte ve o derslere olan ihtiyaç gün geçtikte genişleyerek artmaktadır.

Derdimiz, dersimiz ve dâvâmız; iman ve Kur'ân hakikatleriyle imanımızı ve ahiretimizi kurtarmak ve bu sayede dünyamızı da mamur hale getirmek, insanca yaşamayı insanlık âlemine göstermektir.

Lâkin bizim bu dâvâmız da, demokratik ortam ve zeminlerde müsbet bir metodla sürdürülebilir. Böyle bir ortamın oluşmasına çalışmak, zemin hazırlamak ve devamlılığını sağlamak zarureti, her geçen gün daha bir kaçınılmaz oluyor. Üstâd'ın, talebelerine verdiği son dersinde de, ağırlıklı olarak bu nasihatleri görüyoruz. İşte o dersten bir kaç pasaj: "Asıl mesele bu zamanın cihad-ı manevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir."

"Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir."

"Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dahilde ise öyle değildir. Dahildeki hareket, müsbet bir şekilde mânevî tahribata karşı manevî ihlâs sırrıyla hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dahildeki cihad başkadır."