Silah ticareti sadece ticaret mi

Savaşların, çatışmaların, müdahalelerin olmadığı bir dünya ne yazık ki gerçekleşmesi zor bir ütopya. İnsanlar bilinen tarihleri boyunca birbirlerini öldürmüşler, bir araya gelip örgütlü bir şekilde yaşamaya başladıkları zamandan bu yana da savaşmışlar. Savaşmak için haklı ya da haksız bir gerekçe mutlaka bulmuşlar. Savaşı insani hale getirmeye, hatta yasaklamaya çalışanlar olmuş ama başarıya ulaşamamış.

Savaşın neden çıktığına ilişkin de çok çalışma ve araştırma yapılmış. Kimileri insan doğasına, kimileri sistemin anarşik yapısına, kimileri de devletin niteliğine bağlamış. Savaşlar olmasın diye güç dengeleri korunmaya çalışılmış, örgütler kurulmuş, silahsızlanma çare olarak düşünülmüş, ticaret artarsa savaş çıkmaz denmiş, hukuktan medet umulmuş ancak hiç biri savaşların çıkmamasını sağlamaya yetmemiş.
Gücü gücü yetene, yeteceğini zannettiğine bir şekilde saldırmış veya müdahale etmiş. Yetmeyen de yöntem olarak terörü seçmiş. Güç kullanımı ya da güç tehdidi yoluyla istediğini alma veya yaptırma dünya siyasetinin en tanımlayıcı özelliği olmuş. Bu nedenle de herkes, tüm devletler kendini bir şekilde güvence altına alacak, caydırıcı olmasını sağlayacak imkanlar edinmeyi, olası rakiplerinden geride kalmamayı ilke edinmiş.

İttifakların içinde yer alarak gücünü pekiştirmeyi, en çok da kendine yeterli olmayı, askeri yeteneklerini arttırmayı amaç bilmiş. İnsanlığın refahı, iyiliği, sağlığı için harcanacak kaynaklar bin yıllar boyunca silahlara ayrılmış. Önce zanaatkarlar sonra da bilim insanları hep daha çok ve daha kolay insan öldürecek silahlar bulmaya çalışmış. Ok, yay, top, tüfek derken insanlık 1945'de atom bombasıyla tanışmış.

Güvenlik artsın diye çıkılan yolda güvenliği tamamen ortadan kaldıracak, insanın soyunu bitirecek güçte bir silah icat edilmiş. Sonra da sıra onu daha hızlı ve daha kolay taşınabilmesine, bir seferde daha da çok zarar verebilmesine gelmiş. Balistik füzeler, seyir füzeleri, ikinci vuruş kapasiteleri sağlanmış.

Konvansiyonel silahlanma da sürekli arttırılmış. Her yıl trilyonlarca dolar silahlanma için harcanmış.
Hala daha da harcanıyor, harcama eğilimi ve potansiyeli artıyor. Toprak bütünlüğünü, siyasi otonomisini, çıkar ve beklenti diye tanımladığı şeyleri korumak isteyen hiç bir devletin de bu yarışın dışında kalma lüksü bulunmuyor. Tek başınıza doğruyu seçmeniz, ahlaklı olmanız, etik değerlere sarılmanız maalesef ki dünya siyasetinde anlam ifade etmiyor. Birileri silahlanıyorsa sizin de silahlanmanız gerekiyor.
Doğal olarak tek başına silah yeterli değil. İttifaklar içinde yer alamanız, güç dengelerindeki değişimleri iyi okumanız, bir büyük devleti mümkün olduğunca diğerine karşı kullanmanız, diplomasinizi zaafiyete uğratmamanız ve prestijinizi, yani yumuşak gücünüzü korumanız, arttırmanız da şart. Fakat bunlar silah olmadan işe yaramıyor, sadece muarızlarınızın değil müttefiklerinizin de baskısı altında kalıyorsunuz.
Türkiye yakın tarihi boyunca bu çifte sorunu pek çok kez yaşadı. Ambargolara ve adı konmuş, konmamış yaptırımlara maruz kaldı. Kıbrıs'taki, Ege'deki, Irak'taki, Suriye'deki çıkarlarını korur diye istediği silahları alamadı. Neyse ki 1985'den itibaren planlı ve programlı bir şekilde giderek daha fazla öz kaynaklarına dayanan bir silahlanma programı başlattı. Bazen hata da yaptı ama sonunda büyük ölçüde başardı.
Bugün Türkiye dünyanın en büyük 11'inci silah ihracatçısı konumunda. Deniz, hava ve kara platformlarını, atış destek sistemlerini, kara nakil ve savaş vasıtalarını üretip 185 ülkeye satıyor. En büyük alıcıları SIPRI araştırmacılarına göre Bileşik Arap Emirlikleri, Katar ve Pakistan. Satışındaki genel artışsa bir önceki yıla göre 2023 itibarıyla yüzde 106. Kafkaslardan Ukrayna'ya pek çok yerde etkinliğini kanıtlayan SİHA'ları için de uzun bekleme listeleri var.

Silah üretimi ve satışı içerdiği tüm etik sorun ve sorumluluklara karşın iktisadi açıdan da siyasi açıdan da son derece karlı bir iş. Katma değeri büyük bir sektör. Hem satarken birim fiyatı yüksek, hem de ülke ekonomisine katkısı. Almanya'nın devlet bağlantılı düşünce kuruluşu Stiftung Wissenschaft und Politik için Türk savunma sanayii hakkında bir yazı kaleme alan Jens Bastion bu sektörün 2022 sonu itibarıyla 81 bin 132 kişiyi istihdam ettiğini yazmış.