Ficus Carica'nın anlatımıyla Kıbrıs

Ficus carica bildiğiniz incir ağacı. Kendi anlatısına göre hiçbir şeyi sıradan olmayan, Plantae krallığından Moraceae cinsi büyük dut ağacı familyasının mağrur bir üyesi. Kökeni Küçük Asya'ya, yani Anadolu'ya dayansa da Portekiz ve Lübnan'da, Afganistan ve Kaliforniya'da ve daha pek çok yerde bulunabileceğini söylüyor. Ancak bize yazarı aracılığıyla anlattığı hikayesini küçük bir çelik olarak geldiği ve kök saldığı Londra'dan aktarıyor.

Hikayesinde hüzün, umut en çok da aşk var. Ön planda Kostas ve Defne'nin aşkı, arka planda ise Yusuf ve Yorgos'nunki. Her ikisi de tatsız sona eriyor. İlkinde Defne köklerinden gelen acıya dayanamayıp intihar ediyor, ikincisinde ise Yusuf ve Yorgos birbirlerine bağlanıp bir kuyuya atılıyor. Ağaç çok açık anlatmasa da, Defne'yi yaşadığı büyük aşka ve kızı Ada'ya rağmen intihara sürükleyenin Kıbrıs sorunu olduğunu anlıyoruz.

Cinayet de sorunla bağlantılı ve tam da Kıbrıs'ın en karışık olduğu zamanda gerçekleşiyor. Bana Bellapais ve Maronit köyü Koruçam'daki benzerlerini hatırlatan, ortasında anlatıcımız incir ağacı olan, insanlara mutlu saatler geçirten meyhanenin sahipleri Türkiye'nin Kıbrıs'a 1974'de müdahale ettiği günlerde kim oldukları belli olmayan, belki de belli olması istenmeyen bir grup tarafından öldürülüyor.

Bilincini Kıbrıs'taki gövdesinden kopartılan bir dalla siyah bir bavul içinde İngiltere'ye taşıyan, önce saksıda sonra da Defne, Kostas ve kızları Ada'nın evinin arka bahçesinde yeni bir hayata kavuşan ağacımız da, bu cinayetle başlayan hikayenin devamını yazarı Elif Şafak'ın muhteşem kaleminden çıkan ve Omca Korugan'ın çevirisiyle Türkçe ahengine kavuşan Kayıp Ağaçlar Adası'nda mitolojiye, zoolojiye ve tarihe atıfla anlatıyor.

Doğan Kitap tarafından geçtiğimiz yıl yayınlanan romanda en çok Kıbrıs sorunu var. Ağaç ve ona hayat veren yazarı bariz bir şekilde adanın birleşmesinden yana. Kimseyi suçlamadan ayrılışın acısını vurguluyorlar. Onları Annan Planı'na kimin hayır dediği, Crans-Montana'da çözümden hangi tarafın kaçtığı belli ki pek ilgilendirmiyor. İlgilerini çeken bölünmüşlüğün, daha doğrusu bölünmeye giden sürecin yarattığı insani trajedi.

Adalarını herkesin çok sevip bir yerlere çekmesinden yakınıyorlar, insanların aidiyetlerini koruyarak bir arada yaşayabileceklerine inanıyorlar. Defne ve Kostas'ın kızı Ada'nın sınıfta attığı Munch'un ünlü tablosundaki boğulmuşluğu çağrıştıran çığlıkla asıl anlatılarına başlayıp 2010'lu yılların sonlarından gerilere İngiliz işgaline, ilhakına ve derken EOKA'ya gidiyorlar. Oradan da 17-18 yaşlarında iki gencin, Kostas ve Defne'nin 1970'li yıllardaki aşkını aktarıyorlar.

Fakat Kostas, annesinin ısrarıyla 1974'de Londra'ya gidiyor, çeyrek asır sonra Kıbrıs'a döndüğünde Kayıp Şahıslar Komitesi'nde arkeolog olarak çalışan Defne'yi bulup kendisiyle birlikte gelmeye ikna ediyor. Yusuf ve Yorgos'un ölümü nedeniyle harap durumda olan İncir ağacından bir dal da işte bu seyahat sırasında, anne rahmindeki Ada ile birlikte İngiltere'ye varıyor.

İncir ağacı üstünden anlatılanlar onun gördüklerine, göremedikleri de kargaların, farelerin, karıncaların kendisine aktardıklarına dayanıyor. Bilgeliğinin kaynağı bir ölçüde romanın sonuna konan ve referans alınan kitaplar, ama asıl ağaca hayat veren, ona antropomorfik özellikler kazandırıp ortaya eşsiz bir anlatı çıkartan, hayata bakışını ve hayatı yaşayışını satır aralarında okuyucuyla paylaşan yazarı.