Distopik bir geleceğe doğru

Önce Aydınlanma düşünürleri, sonra Liberaller, Marxistler ve tabii ki pazarlama guruları bizi geleceğin geçmişten daha iyi olacağına, aklın dayatmasının, teknolojinin gelişmesinin, bilimin ilerlemesinin daha çok refah, daha çok özgürlük, daha çok barış getireceğine inandırdılar. Arada Huxley, Orwell gibi oyun bozanlar çıksa, savaşlar, krizler, gerilimler yaşansa da bu inancımız pek sarsılmadı.

Atom bombasının 1945'de yaşattığı insanlık utancını büyük bir savaşı sona erdirmesiyle kutsadık, silahlanma yarışını güç dengesinin kaçınılmaz mantığıyla açıkladık. Soğuk Savaşı ise sıradan bir rekabete indirgedik. Savaşları, müdahaleleri istisnai olaylar addettik. Sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmasına, Avrupa'nın entegrasyonuna, Amerika'nın sunduğu hayat tarzının yaygınlaşmasına sevindik.

1989'da Berlin Duvarı ile birlikte Sovyet sistemi çökünce tarihin sonunun geldiğini bile ilan ettik. Arada savaşlar, devrimler oldu, Ruanda'dan Bosna'ya tescilli soykırımlar yaşandı, devletler parçalandı, bir küçük kıvılcım tüm Arap dünyasının yerleşik düzenini altüst etti, terör ve otoriterleşme eğilimleri arttı.

Ekonomik krizler, büyük banka iflasları, borsa çöküşleri, gelir dağılımında sarsıntılar ve hatta milyonlarca insanın hayatına mal olan küresel bir salgın yaşandı.

Ama insanlık geleceğin geçmişten daha iyi olacağına ilişkin inancını yitirmedi. Ütopyasını korudu. En zor şartlara dahi uyum sağladı, en azından o şartlardan kaçmaya, uzaklaşmaya çalıştı. Göçmen oldu, mülteci oldu, iltica etmeye, kendine daha iyi bir hayat kurmaya çaba harcadı. Ben, geleceğe ilişkin inancın bundan sonra da korunacağını, yaşamak için umuda sarılacağını düşünüyorum. Ancak en iyimser anlarımda dahi karamsarlıktan kendimi kurtaramıyorum.

Çünkü şu sıralarda dünya pek çok sorunu birden eş zamanlı yaşıyor. Ukrayna'daki küreselleşme, nükleerleşme riski yüksek savaş hala sürüyor. Rusya toprak ilhakından, Amerika Rusya'yı Ukrayna'da yıpratma ihtirasından bir türlü vazgeçmedi. Avrupa stratejik rüştünü ispatlayıp otonom bir politika benimseyemedi. Türkiye'nin, Çin'in ve diğerlerinin barış girişimleri de ne yazık ki sonuç getirmedi.

İkinci büyük sorun 7 Ekim'de Hamas ve Gazze'deki diğer askeri oluşumların başlattığı savaş, Arap dünyasının taraf olmamak için gösterdiği siyasi "özene" rağmen İsrail'in provokatif saldırılarıyla bölgeselleşme, Amerika'yı da içine çekme potansiyeli taşıyor. İran'ın Şam'daki diplomatik temsilciliğine yapılan kural ve anlayış dışı saldırıya verilecek tepkinin niteliği dünya barışını ve istikrarını zorlayacağa benziyor.

Üçüncü büyük sorunsa Amerika-Çin rekabeti, daha doğrusu Amerika'nın Çin'i çevreleme, ekonomik gelişmesini engelleme, askeri ihtiraslarını dizginleme çabaları. Aklı başında herkes bu rekabetin sonuçlarından endişe ediyor, Graham Allison gibi akademisyenler geçmişe bakıp çatışmanın kaçınılmaz olabileceği konusunda tarafları epeyce bir süredir uyarıyor.

Hepsinin ötesinde de dünya ciddi bir iklim krizi yaşıyor. Sıcaklıklar sürekli artıp, olağan dışı yağışlara, yangınlara, kuraklıklara sebep oluyor. Uzmanlar ada devletlerinin sular altında kalabileceğini, Hollanda'nın dahi denize direnemeyeceğini, Venedik'in bildiğimiz Venedik olamayacağını söylüyor. İklim göçlerinden, su savaşlarından korkuluyor. Turizmin, tarımın ve daha pek çok şeyin etkileneceği konuşuluyor.

Sıcaklık artışlarını durdurmak için alınan tedbirler de kabul edelim ki yetersiz kalıyor. Devletler iklimi ya da insanlığın geleceğini değil jeopolitiği, anlık çıkarları, görece kazançları önemsiyor. Daha da önemlisi kökeni 1648 Westphalia Barışına dayandırılan ve temelleri BM Şartı ile atılıp, on yıllar boyunca imzalanan bağıtlarla, kurulan rejimlerle beslenen kural bazlı uluslararası sistem giderek daha büyük bir hızla erozyona uğruyor.

Netanyahu iktidarı Gazze'de bariz bir soykırım gerçekleştirirken ve üstelik de bu Güney Afrika'nın başvurusuyla Uluslararası Adalet Divanı tarafından hukuki açıdan ara bir kararla teyit edilirken, dünyanın önemli bir kesimi, özellikle de bu kuralların, 1948 Soykırım Sözleşmesi'nin koruyucusu, kollayıcısı olması beklenen devletler, gözlerini başka yerlere çevirmeyi, UNWRA'da Hamas aramayı, Filistinlilere yönelik yardımları kesmeyi tercih edebiliyor.