Değerler erozyonu
İnsanların toplum halinde yaşamaya başlamasından günümüze onları bir arada tutan en önemli değişken deneyim, duygu ve söylemlerinin etkileşiminden ortaya çıkan değerleri olmuş. İyi ve kötü bu değerler sayesinde belirlenmiş, doğal olarak zaman içinde değişmiş, şartlara uyum sağlamış ve "gelişmiş".
Savaş, daha doğrusu organize şiddet kullanımı da bu gelişmeden nasibini almış, 19'uncu yüzyıldan itibaren daha insani koşullarda savaşılması için düzenlemeler yapılmış, ondan önce de devletler arası ilişkiler ikili ve çok taraflı antlaşmaların ötesinde yapılagelişe dayandırılarak kurala bağlanmış. Lahey'de, Cenevre'de yaralı askerlerden sivillerin korunmasına pek çok sözleşme imzalanmış.
Günümüzde kapsamlı bir insancıl hukuk külliyatı ve bu külliyatı korumakla görevli uluslararası örgütler ve mahkemeler var. Yaptırım güçleri sınırlı olsa da Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi bunların başında geliyor. Aslında BM bile bu amaçla, saldırganlığın önlenmesini sağlamakla görevlendirilmiş bulunuyor. Ancak dünya siyasetinin dengeleri hukuk kurallarının, normların uygulanmasını zorlaştırıyor.
Günümüzün en önemli sorunuysa uygulamadan ziyade değerler erozyonu. Artık çok az devlet eylemine "hukuki" meşruiyet arama zahmetine katlanmak istiyor. İsrail Gazze'ye yaptığı müdahalesinin meşruiyetini, jus ad bellum'u jus in bello gibi kabul edip orantısız şiddetinin, sivil halkı doğrudan hedef alan vahşetinin gerekçesini kendince Hamas saldırısında bulabiliyor.
Benzeri İran'a karşı düzenlediği operasyonlar için de geçerli. Sivil insanları, mühendisleri hedef almasının (targetted killing) hukuki bir karşılığı yok. Amerika'nın İran'ın nükleer tesislerine düzenlediği saldırı da farklı değil. Önleyici müdahalenin de hukukta genel kabul görmüş bir anlayış olduğunu söylemek imkânsız. Ki bu müdahalenin önleyici olduğunu söylemek de öyle.
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü'nden (SPRI) beş uzmanının ortaklaşa kaleme aldıkları 30 Haziran tarihli yazılarında vurguladıkları gibi çoğu normu yaratan ve bugüne değin korumaya çalışan Avrupa'nın dahi değerler konusunda artık hassasiyet göstermediği, ikircikli davrandığı görülüyor. Rusya Ukrayna'daki nükleer tesise saldırdığında eleştiriliyor fakat Amerika ve İsrail İran'dakilere saldırıldığında makul görülüyor.
SIPRI uzmanları eleştiriye en yakın şeyleri söyleyen Macron'un da nihayetinde koroya katıldığını Almanya ve İngiltere ile Amerika'nın müdahalesini haklı bulduğunu söyleyerek, AB'yi kurala uymaya, normları desteklemeye çağırıyor. Ardından da Amerika ve İsrail'in İran'a, İran'ın nükleer tesislerine saldırmasının Uluslarası Atom Enerjisi Ajansı verileri ve NPT antlaşması temelinde meşru görmenin neden mümkün olmadığını detaylı bir şekilde anlatıyor.