Çok şeyin değiştiği bir dünyada yaşamak

Benim kuşağıma çok şeyin değiştiği bir dünyada yaşamak nasip oldu. Manyetolu telefonlu, lambalı radyolu evlerden akıllı televizyonların, otomatik kahve makinelerinin olanına taşındık. Bırakın bilgisayarı artık yapay zekâ bile kullanmaya başladık. Çoğumuz elektrikle çalışan arabalara biniyoruz. Bundan 20-30 yıl öncesinde aklımıza dahi gelmeyen iklim değişikliğinden etkileniyoruz.

Binlerce, hatta milyonlarca kitabı cebimizde taşıyoruz. Alışverişlerimizi vitrinlerden çok uygulamalardan, sanal mağazalardan yapıyoruz. Karnımız acıktığında imdadımıza -tabii ki paramız varsa- cep telefonumuz yetişiyor. Aynı telefon bizi bankada sıra beklemekten kurtarıyor, zevkimize göre müzik dinlememizi, istediğimiz türden film seyretmemizi, gazete ve dergi okumamızı, arkadaşlarımızla haberleşmemizi sağlıyor.

Değişim bize iyisiyle kötüsüyle yepyeni bir hayatı dayatıyor. Siyasetten pazarlamaya çok şey sosyal sıfatıyla birlikte anılan mecralarda gerçekleşiyor. Dolandırıcılık da orada, siyasi manipülasyon da yaşamın her alanına fütursuz müdahale de. Yakında evlerimize bize benzeyen, insan gibi konuşan, insan gibi düşünen ve hatta hisseden robotlar gireceğe benzer.

Bazılarımız şimdiden elektrikli süpürgenin robotuyla tanıştı. Değişimle baş edebilmeyi de öğrendi. Belki bizden sonrakiler iklim değişikliğiyle uğraşmak, sonuçlarına katlanmak zorunda kalacak. Benimki de dahil pek çok iş kolu tarihe karışacak. Robotlar ya da çipler tüm eğitim süreç ve sistemlerinin yerini alacak. Daha da kötüsü insanlar robotlaşacak. Şu an distopik görünse de şirketler devletlerin yerini alıp dünyayı yönetmeye kalkacak.

Yine de geleceği kestirmek zor. Nihayetinde Orwell'in 1984'ünü zamanında ciddiye almayan, Kubrick'in A Space Odyssey'ini fantezi diye seyreden birinin öngörüleri bunlar. Belki de sonraki kuşaklar bizden daha iyi, daha mutlu ve daha müreffeh yaşayacak. Zenginle yoksul arasındaki uçurum kapanacak, doğa böylesi katledilmeyecek, iklim değişikliğine karşı ciddi tedbirler alınacak.

İnsan hakları anlamsız, demokrasi gereksiz hale gelmeyecek. Türkiye ve başka yerlerde hukukun üstünlüğü tartışılmayacak. İnsancıl hukuk normları göz ardı edilmeyecek. Soğuk Savaş sonrası yaşanan insan kıyımları bir daha yaşanmasın diye kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi tehditlerle yönlendirilmeye çalışılmayacak. Savaş hukuku Gazze'de ya da başka bir yerde bir daha asla ihlal edilmeyecek.

Ama karamsarlığımı da hoş görün. Müttefikinden toprak talep eden, en yakın komşusunu ilhak etmek isteyen bir büyük devletin olduğu çağda yaşıyorum ne de olsa. Ne NATO'nun geleceği kesin ne de AB'nin. Aşırı sağ yükselişte, iktidara gelemediği yerlerde de ikamesi anlayış ve yaklaşım olarak yönetimde. Her an ticaret savaşları da çıkabilir, nükleer savaşlar da. Bölgesel savaşlar derseniz zaten pek revaçta. Ukrayna-Rusya çatışması bitmesin diye uğraşan devlet sayısı hiç az değil.

Temeli 1928 Kellog-Briand Paktı ile atılan, 1929 Litvinov Protokolü ile pekişen ve en açık ifadesini BM Şartı'nın ikinci maddesinde bulan savaşın bir siyaset yapma biçimi olarak kullanılmaması ilkesi de artık tehdit altında. Meşru müdafaa, önleyici müdahale, insani gerekçe denerek esnetilen bu ilke yakında ilke olmaktan çıkarsa, devletler güçlerine dayalı Grotiusçu hak anlayışına dönerse sürpriz olmaz.