Bardağın dolu tarafını görebilmek

Algıda seçicilik evrensel bir sorun. Yapılan araştırmalar bunun biraz insani özelliklerimizden biraz da sorunların ve konuların önümüze konuş biçiminden kaynaklandığına işaret ediyor. İçinde yaşadığımız ortam ve bireysel deneyimlerimiz de zaten algımızı büyük ölçüde belirliyor.

Tecrübelerimiz hep kötü olduysa, diyelim ki hukukun üstünlüğünün tartışmalı, ifade özgürlüğünün sınırlı, gelir dağılımının adaletsiz olduğu bir ülkede yaşıyorsak, terör sorununun asla çözülemeyeceğine ya da dış politikada hiç bir başarının elde edilemeyeceğine inanıyoruz.

Pazarlama gurularının pek sevdiği bardak metaforuyla açıklarsak yarı dolu bir bardağa baktığımızda bardağın öncelikle boş tarafını görüyoruz, üstü boş olduğu için de geriye kalan kısmındaki sıvının sağlıksız, işe yaramaz, hatta toksik olduğunu düşünüyoruz. Karamsarlığımıza gerekçeler bulmaya çalışıyoruz.

Oysa yaşamak için de, siyasi beklentilerimizin karşılanabilmesi, eleştirdiğimiz düzenin değişmesi için de iyimser olmak, daha doğrusu iyi bir şeylerin olduğunu, olabileceğini görmek zorundayız. Siyasette iyi, doğru yapılan bir şeyin sadece yapana yarar sağlayacağı varsayımından hareket etmemeliyiz.

Mesela AK Parti, yani aslında Cumhurbaşkanı ve yakın çalışma arkadaşları dünya ve bölge konjonktürünün yarattığı fırsatları da değerlendirerek Bahçeli açılımıyla başlayıp PKK kongresiyle süren bir siyasi inisiyatif geliştirdiyse, bu terörün bitişine ve Kürt sorunun çözümüne yol açacaksa, hepimize yarar sağlayacağını görmeliyiz.

Unutmayalım ki binlerce insanımızın hayatına mal olan bu sorunu aşabilirsek, çocuklarımız siyasetin şiddet içeren bu türevinden dolayı hayatını kaybetmeyecek, ülkenin kaynakları daha verimli alanlara kaydırılabilecek, Amerika'dan Rusya'ya, Fransa'dan İsrail'e üçüncü tarafların sömürdüğü, istismar ettiği zemin ortadan kalkacak, Türkiye içinde de dışında da rahatlayacak.

Benzeri Suriye için de, Libya için de, Afrika'da elde edilen yeni ticari, siyasi, kültürel kazanımlar için de geçerli. Ayrıca Trump Amerika'sı ile Erdoğan Türkiye'si iyi geçiniyorsa, bırakalım, dahası teşvik edelim geçinsin. Yıllardır uygulanan yaptırımlar, Türkiye'nin önüne konan engeller kalksın.

Rusya ve Ukrayna ile kurulan dengeli ilişkileri de koruyalım. Çin'le işbirliğini geliştirelim. Afganistan'daki varlığımızı güçlendirelim. Son Pakistan-Hindistan krizinde olduğu gibi çatışmada değil çatışma çözümünde rol oynamaya talip olalım, olunmasını önemseyip, iktidarı cesaretlendirelim.Var olan koşullar altında dahi AB-Türkiye yakınlaşmasının önemli olduğunu görelim.

Hepsinin ötesinde de artık kendimizi "kötü yönetiliyoruz o zaman yaptığımız her şeyin kötü olması gerekir" mantığından, imparatorluk çöküşünün dayattığı aşağılık kompleksinden, Batı'nın mükemmel Doğu'nun berbat olduğu köktenciliğinden kurtaralım.

Ama bunların hiç biri de bizi bardağın boş tarafını görmekten alıkoymasın. Ne Osman Kavalayı, ne Selahattin Demirtaş'ı, ne Ekrem İmamoğlu'nu, ne de protesto hakkını kullanan gençleri, öğrencileri ve diğerlerini unutalım. Daha iyi, daha özgür, daha adil, daha müreffeh bir ülkede yaşamak için hep birlikte çaba harcayalım.