Almanya olmadan Avrupa Birliği olur mu

Avrupa Birliği'nin temelleri genel kabul gören anlayışa göre 9 Mayıs 1950'de Schuman Deklarasyonu'yla atıldı. Ardından Kömür ve Çelik Birliği geldi. 1957'de de Batı Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, Italya ve Lüksemburg Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğunu kurdu. Avrupa Birliği ise 1992'de imzalanan Maastricht Antlaşması ile hukuki kimliğini kazandı.

Zaman içinde Topluluk, sonra Birlik genişledi, işbirliği derinleşti, tam bir çekim merkezine dönüştü ve günümüzdeki şahsına münhasır yapıya kavuştu. AB'nin bazen federal olduğu, bazen de ileride tek bir devlet haline geleceği söylendi. Dış ve güvenlik politikası oluşturulmaya, bu politikayı destekleyecek araçlar belirlenmeye başlandı. Refahın, demokrasinin ve güvenliğin sarsılmaz kalesi olarak algılandı.

Derken Brexit fikri ortaya atıldı, görece geç ve her zaman sorunlu ama önemli bir üyesi kendi içinde üyeliğin yükünün faydasından fazla olup olmadığını tartışmaya başladı. Adında bağımsızlık bulunan küçük bir partinin ortaya koyduğu bir iddia ana akım siyaset içinde de yankısını bulunca Birleşik Krallık 2016 yılında gerçekleştirdiği referandum neticesinde 31 Ocak 2020'de AB'den ayrıldı.

Ayrılık Britanya adası için de, zar zor yanında tuttuğu Kuzey İrlanda için de pek iyi olmadı. Birleşik Krallık'daki ayrılıklıkçı eğilimler güçlendi. İskoçya'nın bağımsızlık isteği, Kuzey İrlanda Katolikleri'nin İrlanda ile birleşme ihtirası tetiklendi. Gallerin dahi kopabileceği konuşuldu, Ayrıca ekonomi de zarar gördü. Tedarik zincirleri kırıldı, süper marketlerin rafları boşaldı ve hala eskisi kadar dolmadı.

Ancak Brexit emsal yarattı, AB'nin karizmasına, iç ve dış çekim gücüne zarar verdi. Geriye kalan 27 üye ülkede de AB karşıtı marjinal akımlar farklı nedenlerle güçlenmeye başladı. Kimi belli kesimlerin yoksullaşmasından, kimi çevresinde daha çok yabancı görmesinden Brüksel'deki bürokrasiyi sorumlu tuttu. Serbest dolaşımı sağlayan Schengen Antlaşması ve tek para birimi Euro da eleştirilerden nasibini aldı.

Krize giren, sorunlarla karşılaşan ülkelerde AB karamsarlığı iyice arttı. İtalya ve Fransa'da bile AB'den çıksak mı tartışmaları yaşandı. Şimdi benzer tartışmalar Almanya'da yapılıyor, bir zamanlar marjinal fakat gelecek seçimlerden birinci çıkması muhtemel "Almanya için Alternatif" partisi, AfD önce AB'yi değiştirmeyi deneyeceğini, olmazsa da AB'den Britanya gibi çıkmayı düşüneceğini söylüyor.

Tutumunun pazarlık pozisyonu ya da seçim kazanma teşebbüsü mü olduğu bana kalırsa henüz belli değil. Belli olan 2013 yılında Hristiyan demokrat CSU'dan ayrılanlar tarafından kurulan, o zamanlar Euro'nun özellikle Güney Avrupa'ya refah getirmediğine inanan AfD'nin, Mayıs ayındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de eyalet seçimlerinde de seçmenin tercih edeceği bir parti olacağı.

Yapılan kamuoyu yoklamaları yüzde 20-23 arasında destek alacaklarına, bu desteğin eski Doğu Almanya eyaletlerinde daha da artacağına işaret ediyor. AfD içindeki aşırılar, Neo-Nazi bağlantıları ve Rusya yanlıları Alman istihbaratını harekete geçirmiş olsa da kapanması, daha doğrusu Anayasa Mahkemesi'nce kapatılması kolay görünmüyor. Guardian'ın yazdığına göre de zaten iktidar koalisyonu kapatılmasına karşı çıkıyor.

Almanya ve diğer pek çok AB ülkesinde ana akım partiler göçmen, dolayısıyla AB karşıtı parti ve hareketlerin güçlenmesini önlemek, uçtakilerin kendilerinden oy devşirmesini durdurmak için onların politikalarını benimsiyorlar. Fakat yönetim sorumlulukları ve siyasi altyapıları onlar kadar radikal söylem benimsemelerine engel oluyor. Ne tedbir alırlarsa alsınlar Avrupa giderek sağa kayıyor, işbirliğinin derinleştirilmesinden değil hafifletilmesinden yana tavır koyuyor.