80'ninci yılında Birleşmiş Milletler

Birleşmiş Milletler geçtiğimiz hafta 80'ninci doğum gününü kutladı. İçeriden bakanlar önemine, dışarıdan bakanlarsa üstündeki yüke, uluslararası barış ve güvenliği sağlamaktaki yetersizliğine değindi. Kaçınılmaz olarak başarılı olup olmadığı tartışıldı. Ukrayna'da Rusya'yı, Gazze'de İsrail'i, İran'da Amerika'yı engelleyememesi konuşuldu. Farklı biçimleriyle Güvenlik Konseyi reformu ve örgütün mali sorunları masaya yatırıldı.

Yaşlandığını ve işlevsizleştiğini, ardılı olduğu Milletler Cemiyeti'ne benzemeye başladığını söyleyenler bile çıktı. Ama takip edebildiğim kadarıyla örgütün norm koyucu ve koruyucu özelliğinin giderek erozyona uğraması, kurucu ve kollayıcı olan ülkelerin, Güvenlik Konseyi'nin beş daimî üyesinin, özellikle de Amerika'nın ifadesini Şart'ın ikinci maddesinde bulan ilkeleri açıkça ihlal etmesi pek konuşulmadı.

Oysa BM'yi BM yapan bu normlar, başta iç işlerine müdahale etmeme ve güç kullanmama, güç tehdidinde bulunmama ilkeleriydi. Örgüt İkinci Dünya Savaşı sırasında yapılan uzun müzakerelerin neticesinde San Francisco'da gerçekleşen geniş katılımlı bir konferansın sonucunda 26 Haziran 1945'te kurulurken amaç bir daha dünya savaşı yaşanmaması, beş büyük devletin kendi etki alanlarına sahip çıkarak küçük sorunların büyük krizlere yol açmamasını sağlamasıydı.

Buna "küçüklerin" rıza göstermesiyse biraz güce, en çok da aslında olmayan bir anlayışa, "ortak güvenliğe" dayandırılmıştı. Üyelerden birine saldırı olması halinde saldırı hepsine yapılmış sayılacak, Güvenlik Konseyi önce kuruluş belgesinin 33'üncü maddesinde sıralanan barışçıl yöntemleri denedikten sonra saldırgana karşı fiili müdahaleyi de içeren yaptırım tedbirleri uygulayacaktı.

Bu sistem birkaç istisna dışında tabii ki çalışmadı. Gerekçe genelde Soğuk Savaş kutuplaşmasında, bazen de kültürel, dini ya da benzeri sosyolojik dayanışma modellerinin gelişmesinde arandı. İşlemeyen ortak güvenlik sistemi de savaşın yayılmasını önleyecek yeni bir yöntemle, barış gücü operasyonlarıyla ikame edildi. Tarafların ateşkes hatlarında durması, kalıcı çözüm sağlanana kadar statükonun dondurulması hedeflendi.

Bir yandan Soğuk Savaş'ın dehşet dengesi, diğer yandan ikinci BM Genel Sekreteri Dag Hammarskjöld'ün bulduğu bu yaratıcı yöntem işe yaradı. Savaşların, müdahalelerin büyümesi, nükleerleşmesi önlendi. Soğuk Savaş sonrasında da BM sistemi Saddam Hüseyin'nin de katkısıyla bir süre çalışması gerektiğine en yakın şekilde çalıştı. Normlar derseniz hemen her seferinde ihlal edildi fakat devletler ihlallerine her zaman bir kılıf, bir bahane bulmaya gayret etti.

Saddam Hüseyin bile tarihi, Basra vilayetinin kapsama alanını, petrol kuyularından çalınan zenginlikleri 2 Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgaline gerekçe gösterdi. Amerika, Latin Amerika müdahalelerini en azından bazılarını insani nedenlere bağladı. Rusya Ukrayna'yı işgal ederken NATO ve Amerika'ya nedenlerini anlatan notalar verdi. İsrail derseniz o da bahane bulmakta zorlanmadı.