Umarım Erdoğan da benim yaptığımı yapar

Canlarım... Geçtiğimiz bir hafta yazılarımı yazamadım... Çünkü... Eskişehir'deydim... Sosyal ve ekonomik hayatımla değil... Sağlığımla ilgili endişelerim oluşmuştu... "Neden Eskişehir" diye sorabilirsiniz... Kız kardeşim Beyhan, eşi Ercüment, kızları (Aynı zamanda avukatım) Ezel, eşi Çağrı ve oğulları Arda Eskişehir'de yaşıyorlar... Ve... Geçtiğimiz yıl bu zamanlarda Ercüment'in 3 damarına... Çok başarılı by-pass operasyonu yapılmıştı... Ercüment'i ameliyat eden Prof. Dr. Murat İkizler; 29 yıl önce benim 2 damarıma by-pass uygulayan Prof. Dr. Ömer Işık'ın öğrencisiydi... Geçtiğimiz yıl Kasım ayında tıkalı olan bir damarıma uygulanan tek stende rağmen... Son günlerde yine: Göğüs ağrılarım başlamıştı... Bilhassa yemek sonrası hafif bir yürüyüşte bile iki bacağımın arkalarında beliren ağrı ise: Canımı yakıyordu... Prof. Dr. İkizler, yaklaşık bir saat süren muayeneden sonra: 30 yıl önce geçirdiğim kalp krizine... 29 yıl önce uygulanan by-pass ameliyatına rağmen... Kalbimde hiçbir sorun olmadığını söyleyip: "Ancak" dedi "bu, damarlarınızda sorun olmadığı anlamına gelmez...". Bacak ağrılarımın sebebinin: Damarlardaki daralmadan olup olmadığını anlaşılabilmesi için... Anjiyodan önce... Radyoloji uzmanı Doktor Alper Yurdasiper tarafından muayene edildim... İki bacağıma ultrasonla baktı... Ve... Endişelerimin yersiz olduğunu... İki bacağımda da kan akışkanlığının çok iyi olduğunu... Ancak... Sağ bacak damarlarımda çok etkin olmamakla birlikte kireçlenmeye rastladığını... Bunu da yürüyüşlerle giderebileceğimi söyledi... Raporumu aldım ve yeniden: Prof. Dr. Murat İkizler'e gittim... O süreçte kendisi benim adıma: Kardiyolog Dr. Kerem Temel'den randevu almıştı bile... Ve... Tatlı bir sohbet eşliğinde kalp damarlarımda yapılan incelemede görüldü ki: Atar ve toplar damarlarda hiç tıkanıklık yok... 29 yıl önce by-pass olan bölgedeki bir yan damar tıkalı gibi... Ama... Hayati tehlike yaratacak potansiyelde değil... Kaldı ki: 1.2 mm çapındaki o damara en küçüğü 2 mm çapında bir stent uygulamak daha riskli... Uzun salınım sağlayacak bir ilâcı sürekli kullanmam şartıyla... Sıfır riskle: Hayatımı sürdürebileceğim... Yaşamak çok güzel... Ve ben: Yaşamayı seviyorum... Günün sözü Halk içinde muteber bir nesne yok Devlet gibi... Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi... Kanunî Sultan Süleyman İlaç üreticilerini severim Çok ilâç içtiğimi söyleyerek beni eleştiren arkadaşlardan biri: "Falancanın kitabını al oku da ilâç sanayicilerinin nasıl pislik olduklarını gör" demişti... Ona... Churchill'le ilgili anekdotu anlattıktan sonra: "Ben ilâç sanayicilerinden yanayım zira ilâçların benden aldıklarının çok daha fazlasını ben ilâçlarımdan alıyorum" demiştim... "Ben senin dostunum, uyarı vazifemi yapayım da sen nasıl bilirsen öyle yap ama şunu da unutma; ilâç sektörü insanları önce hasta ediyor sonra da onları ilâçla yaşatıyor" dediğinde ise: "Yahu sen beni benden daha mı iyi tanıyacaksın.. Beni ilaççılar değil bizzat kendim hasta ettim... Öyle hızlı yaşadım öyle hızlı yaşadım ki sonunda bedenim iflâs etti... İlâçlara sığınmam kendi kendimi hasta ettikten sonradır ve ben işte o ilâçlar sayesine ayaktayım" diyerek kendimi savunmuştum... Canlarım: Kendimi seviyorum... Ailemi seviyorum... Takipçilerimi seviyorum... Okurlarımı seviyorum... Hiç kimseye düşman değilim... Hiç kimseden: Nefret etmedim... Nefret etmiyorum... Nefret etmeyeceğim... Çünkü... Nefret... Kin... İntikam... Öfke... Ve düşmanlık... İnsan kalbinin taşıyamayacağı kadar ağır: Yüklerdir... İşte bir tek o yok edilemez Lewis Carroll'un "Alice Harikalar Diyarında (Alice in Wonderland)" isimli o muhteşem eserini hatırlıyor musunuz.. Kitabı okumamış pek çoğunuzun, filmi izlediği kanaatindeyim... Roman kahramanlarından biri de... Yazarın hayalinde yarattığı ünlü: Ceshire kedisidir... Yani: Gülen kedi... Kedinin fantastik özelliği... Dilediğinde görünmez oluşudur... (Sokrat, "Gyges Yüzüğü" isimli öyküsüyle o kadar çok yazara ilham vermiştir ki...). Alice, Saray'ın mahkemeleri tarafından ölüme mahkûm edildiğinde... Kedi görünür... Ve... Gülümsemeye başlar... Gülümseyişini sürdürürken... Önce bedeni... Sonra kafası kaybolur... Artık tek görünen: Gülümseyişidir... Kral, kraliçe ve cellât, bedeni ve kafası da olmayan bir gülümsemeyi nasıl yok edebileceklerini tartışırlar... Kitabı ilk okuduğum o çocukluktan ergenliğe geçiş yıllarımda öylesine etkilendim ki... Her canlının öleceğini... Öldürülebileceğini... Yok edilebileceğini... Ama... Gülümsemenin yok edilemeyeceğini kabul ettim... 72 yaşıma geldim: Hep gülümsedim... Hep gülümsüyorum... Hep gülümseyeceğim... Kim demişti hatırlamıyorum ama şöyle bir şeydi: "Gülümsemek ilâçtır...". Satmışım anasını Canlarım... Eğer hasta değilseniz... Yaşantınıza dikkat edin... Yerken: İfrat (Çok fazla) ve tefrite (Çok az) kaçmayın... Düzenli yaşayın... Uykunuz düzenli olsun... Ben meselâ: Yastık görse uyuyanlardanım... Bunu: Hiçbir şeyi dert etmemeye... Neşeli olmaya... Her gün şarkılar söylemeye... Ve... Kahkahalarıma borçluyum... Siz, siz olun... En derin acıları bile dert etmeyin... Hayat her şeye rağmen devam ediyor...