Türk şiirinin doğuşu ve gelişim evreleri II-

16. yüzyılda dini ve tasavvufi halk şiirine damgasını vuran Pir Sultan Abdal'ın Alevi-Bektaşi töresi içinde yetişen bütün âşıkları etkisi altına alması bu yolda Kul Himmet'in:

"Kahpe felek sana nettim neyledim

Attın gurbet ele parelerimi"

biçimindeki nefesleri, Kul Nesimî'nin:

"Nesimî'yem yüzün beni

Derim meydanda meydanda"

gibi tasavvufî söyleyişleri, Seyranî'nin:

"Ben bağrımı toprak sandım taş imiş

Meğer taşa tohum ekilmez imiş"

gibi özgün deyişlerinin yanı sıra 16. yüzyılda âşık şiirinin yapılandığı görülmektedir.

Klasik edebiyat adı ile de bilinen divan edebiyatı 13-19. yüzyıllar arası yüksek zümreye hitap ederken Anadolu halkı, âşıklık geleneğini sürdürmüştür. Âşık edebiyatının yapılanmasının en büyük mimarı Karacaoğlan:

"Sual eylen bizden evvel gelene Kim var imiş biz burada yoğ iken"

gibi duyarlı şiirlerini söylerken onun takipçisi olup Avşar aşiretinden Dadaloğlu, Osmanlı'nın zorunlu iskânı nedeniyle söyleyişlerine direnme edası katıp toplumunun sözcülüğünü üstlenerek halk şiirinin bütün inceliklerini sergileyip:

"Hakkımızda devlet etmiş fermanı Ferman padişahın dağlar bizimdir"

biçiminde yiğitlik edasıyla döneme damgasını vururken, toplumun yiğit sesi olan Köroğlu:

"Köroğlu'nun narasından Dağlar gümbür gümbürlenir"

diyerek halk şiirine yeni bir ahenk, tad ve görkemlilik katmıştır.

Halk şiiri Türk halkının sosyal ve kültürel yaşamının belgesidir. Bu belge tarih değil, sadece o dönemin ileriki yıllara kalan izleridir.

"Şehir talan oldu evler yarıldı Vahki harap oldu güzel Ahıska"

biçimindeki dizelerden Köse Mehmet Paşa'nın Ruslardan altın almak sureti ile savaşmadan şehri düşmana teslim ettikleri gerçeği belgelenmektedir.

Osmanlı toplum düzeni âşıkların dilinde yeri gelmiş:

"Şalvarı şaltak Osmanlı Eğeri kaltak Osmanlı

Ekende yok biçende yok Yiyende ortak Osmanlı"

biçiminde kıyasıya eleştirilmiş, yeri gelmiş devlet görevlilerinin baskı, vurgun ve talanını:

"Talibî'yim kurtulmadım çileden Mültezimler öşür alır kileden"

biçiminde dile getirmiştir.

1860'taki Tanzimat fermanının ilanı ile her şeyde olduğu gibi şiirde de yeni açılımlar oluşmuştur. Eski geleneği sürdürmek isteyenlere yenilik yanlıları şiirle ilgili yeni öneriler getirmişlerdir. Bu da Tanzimat'tan sonraki toplulukların şiir alanında oluşmasına neden olmuştur.

İlk şiir topluluğu Encümen-i şuara denilen şairler derneğidir. Divan şiirinin yeni açılımlarla devamından yana tavır alan Hersekli Arif Hikmet, Leskofçalı Galip, Yenişehirli Avnî olup bunlar Ziya Paşa, Namik Kemal, Ali Süavi'yi etkileyip şiirde yeniliğin kapısının aralanmasına neden olmuşlardır. Bunlar, şiirin içeriğini değiştirip yeni fikirler ortaya atan yenilikçi kişiler olarak edebiyat tarihine geçmişlerdir.

Toplum için sanat anlayışı ile hamasi şiirler söyleyen ve idealist ilk kuşağı oluşturan Namık Kemal ve arkadaşlarından sonra bu ilk kuşağın tersi bir anlayışı sanat sanat içindir görüşünü benimseyen ve:

Gül hazin, sümbül perişan, bağzarın şevki yok

Derd-nak olmuş hezar-ı nağmekârın şevki yok

biçiminde sanatı ön planda tutan Recaizade Mahmud Ekrem, Abdülhak Hamit, Samipaşazade Sezai grubu şiirimizde etkinliğini hissettirmiştir.

Türk edebiyatında bir topluluğa adını veren Servet-i Fünun dergisi etrafında eski edebiyat taraftarlarına karşı Edebiyat-ı Cedide adı ile güçlü bir grup oluşmuştur. Bu grubun önde gelen adlarından biri:

"Çiğnendi, yeter, varlığımız cehl ile kahre;

Doğrandı mübarek vatanın bağrı sebepsiz."

gibi dillerden düşmeyen şiirlerin sahibi Tevfik Fikret'tir.

İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla tekrar yayına başlayan Servet-i Fünun dergisi etrafında yeni bir genç yazar ve şair grubu toplanarak kendilerine Fecr-i Âti adını vermişlerdir. Türk edebiyatında bir topluluk tarafından kaleme alınan ilk bildiri Fecr-i Âti Encümen-i Edebîsi Beyannamesi adı ile Ahmet Haşim, Emin Bülent, Tahsin Nihat, Hamdullah Suphi, Fuad Köprülü vb. tarafından ortaklaşa yayımlanan bir metindir.

Fecr-i Âti'cilerden Ahmet Haşim bu dönemde yayımladığı sanat gücü yüksek şiirleriyle edebiyatımızın unutulmazları arasına girmiştir.

Bu dönemde divan edebiyatı ortadan kalkmış, tekke edebiyatının önemli bir etkinliği kalmamış, dilde sade Türkçe hâkim olmuş, nazımda aruz ölçüsü yerini heceye bırakmıştır.

20. yüzyıl Türk edebiyatının şiirde öncüsü olan Mehmet Emin ve Ziya Gökalp sade dille ve hece ölçüsüyle şiirler yazarak şiirimize milliyetçiliği ve Türkçülüğü getirmiştir.

Türkçeyi sanat, edebiyat ve bilim dili yapmak için çıkarılan Genç Kalemler dergisinin yazı dili-konuşma dili ikiliğini kaldırmaya yönelik yayınlar yapan grubun içinde Gökalp, hece ölçüsüyle:

"Aruz sizin olsun, hece bizimdir.

Halkın söylediği Türkçe bizimdir.

gibi Türkçeyi bilinçli ve ateşli bir biçimde savunmuştur.

Millî Edebiyat kavramını ortaya atan Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Ali Canip, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatını şekillendirmişlerdir.