Geleneksel kültürümüzde Cemre

Türklerde kış mevsimi çeşitli bölgelerimizde çile ayları olarak ifade edilmektedir. 21 Aralık 30 Ocak arası 'Zemheri' olup 'Büyük Çile'dir. 30 Ocak'tan 22 Mart'a kadar olan ve 'Hamsin' adıyla bilinen dönem 'Küçük Çile'dir.

Eskiler seneyi Kasım (kış) ve Hızır (yaz) olmak üzere ikiye ayırmışlardır. Kasım 180, Hızır 186 gün sürermiş. Kasım günleri 8 Kasım'da başlar. Kasımın kırk altısında, kırk gün anlamına gelen erbain, seksen altısında elli gün anlamına gelen hamsin girer ve böylece kışın en soğuk zamanları sayılan doksan gün geçmiş olurmuş. Kasımın 105'inde (19-20 Şubat) birinci cemre havaya; 112'sinde (26-27 Şubat) ikinci cemre suya, 119'unda (5-6 Mart, Şubatın 29 çektiği dört senede bir 5 Mart'ta) üçüncü cemre toprağa düşer. Buna göre de önce havanın, sonra suyun, sonra da yerin ısındığı kabul edilirmiş.

Cemrelerin, yılın 180 gün süren soğuk yarısı olarak ayırt edilen Kasım döneminin 100. gününden sonra, sıcaklığın yükselmesiyle ilgili gözlem birikimini, kora benzetilen bir enerji kaynağıyla açıklama düşüncesinden kaynaklandığı söylenebilir.

Halk arasında yaygın biçimde baharın müjdecisi olarak bilinen Orta Asya'daki göçebe yaşamları döneminde Türkler 'İmre' dedikleri sıcaklığın artması olayını Türk-İslam kültür dairesine girdikten sonraki dönem de 'Cemre' ve 'Cemre Düşmesi' ile ifade etmişlerdir. Cemre, 'Hamsin' adıyla da bilinen 'Küçük Çile' dönemi içinde gerçekleşmektedir.

Cemre, bir enerjidir. Cemre'nin birer hafta arayla havaya, suya ve toprağa düştüğüne inanılır. Üç tane olan cemrenin birincisi 19-20 Şubat'ta havaya, ikincisi 26-27 Şubat'ta suya ve üçüncüsü de 5-6 Mart'ta toprağa düşer. Her cemrenin düşüşüyle hava sıcaklığı artar.

Astronomlara göre cemre, üç adet yıldızdır. Bunlara kırmızıya yakın görüntüleri nedeniyle cemre denir. İlki, 21 Şubat'ta güneşin doğumundan öğleye kadar batmaya meyleder ve havada ısınma emarelerine rastlanır. İkincisi, 28 Şubat sabahı batmaya başlayınca, suda hararet görülür. Üçüncüsü, 7 Mart'ta burç vakti ortaya çıkarak toprakta ısınma oluşur. Bunlara 'cemretü'l-hevâ', 'cemretü'l-mâ' ve 'cemretü't-türâb' adı verilir. Yani sırasıyla havaya, suya ve toprağa cemre düştüğü söylenir.

Cemre olayı hakkında birbirinden farklı birçok açıklama mevcuttur. Bunun yanı sıra incelenen bütün kaynaklardan, cemre ifadesinin çok eski zamanlardan beri kullanıldığını görmekteyiz.

Cemre olayının tarihî seyrine baktığımızda Türk ve Altay halk kültürü mitolojisinde ilkbaharda titrek ışıklar saçarak beliren ve göğe doğru yükselerek buzun üzerine düşüp buzları eriten, buzların erimesi ile toprağa ve toprağın altına kadar uzanıp doğayı ısıtan Türk halkının o dönemde 'İmre Cini' dediği bir olgudan söz edilir.

İmre isimli bu cin yine aynı biçimde Bulgarlar arasında da 'Zemire' adı ile bilinmekte olup aynı işlevle anlatılmaktadır.

Azerbaycan Türkleri de cemre inanışına sahiptir. Azerbaycan'da Nevruz Bayramı'nın kutlanmasından önce yılın son çarşamba gününde 'cemle' sözü ile işaret etmektedirler.

Dünyadaki göçebe kültürün en zengin birikimine sahip Türkler, kıştan bahara geçilirken sıcaklık değerlerini önemsemişler ve göçebe yaşamlarını iklim değişimlerine göre düzenlemişlerdir. 'Cemre düşmesi' halk dilinde doğanın uyanışı ve canlanması anlamına gelmektedir. Bu durum baharın başlangıcı olarak kabul edilir. Yüzyıllardır, özellikle tarımla uğraşan halkın, hava olaylarına göre günlük yaşamlarını planladıkları bir halk takvimidir.

Çok eskiden göçebeler, kış gelince hayvanlarıyla beraber barınmak üzere iç içe üç kıl çadır kurardı. Her birine de bir ateş yakardı. En içteki çadırı büyükbaş hayvanlarına; ikinci çadırı küçükbaş hayvanlarına; en dıştaki çadırı ise kendilerine tahsis ederlerdi. Şubat ayının 21. günü birinci çadırın ateşini söndürüp, büyükbaş hayvanları dışarı, sahraya çıkarırlardı. Şubat'ın 28. günü ikinci çadırın ateşini söndürüp, küçükbaş hayvanları sahraya çıkarırlardı. Mart'ın 7. günü de en son ateşi söndürüp, kendileri de dışarı çıkarlardı.

Mekke'ye giden hacıların Mina'da taşladığı ve şeytan adını da verdiği üç dikili taşın her birine de cemre denir. Malum, şeytan ateşten yaratılmıştır. Araplar, 1000 kişilik süvari birliğine de ortalığı yakıp yıktıkları için olsa gerek, cemre adını verirler. Vücutta ateşe yol açtığı için iltihaplı çıbanlara da cemre denir.

Cemreler düşünce, kışın meşakkatinden bıkmış olan insanların yüzü güler. Hepsini baharın geleceğine dair bir ümit kapladığı için Osmanlı şairleri, bayramlar, mevsimler, kutsal sayılan günler ve millî olaylar üstüne şiirler yazardı. Cemre düştüğü zaman, buna dair cemreviyye adıyla şiirler yazarak devlet büyüklerine arz ederlerdi. Sanatçıyı himaye eden devlet büyükleri de şairleri