Dünyanın güzelliği, kadınların gücünde saklıdır

Dünya Kadınlar Günü, Birleşmiş Milletler'in önerisiyle her yıl 8 Mart'ta kutlanan uluslararası bir gündür. İnsan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmaktadır. Dünya Kadınlar Günü, kadın hakları hareketinde odak noktadır.

"Dünya Kadınlar Günü" olarak 8 Mart gününün belirlenmesine kaynaklık eden olay konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Bunlardan biri, Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak yolunda verdiği savaşın başlangıcı, 8 Mart 1857 yılında Amerika'nın New York kentinde tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadının düşük ücretlerini, uzun çalışma saatlerini ve insanlık dışı çalışma koşullarını protesto etmek için grevler yapması olarak kabul edilmektedir. Bu grevler sırasında çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can vermiştir. Diğeri; Rusya'da çarlığın yıkılmasına yol açan 1917 Şubat Devrimi'nin 8 Mart günü yapılan kadın yürüyüşü ve grevleri ile başlamış olması, bir diğeri 8 Mart 1908'de ABD'nin New York kentinde çoğu sosyaIist olan kadın işçilerin öncülüğünde sendikal haklar ve kadınlara oy hakkı talepleriyle düzenlenen miting olduğu ileri sürülürken Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, birçok olayın 8 Martta odaklanması nedeniyle, 16 Aralık 1977'deki toplantısında 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etmiş, üye ülkelere önermiştir.

Türkiye'de, Dünya Kadınlar Günü ilk kez 8 Mart 1921'de, Rahime ve Cemile adlı iki kız kardeşin girişimleriyle gerçekleştirilmiş, bu tarihten sonra yıllar boyunca 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamalarına izin verilmemiştir. 1975 yılında "Birleşmiş Milletler Kadın On Yılı" ilan edilmiş, Türkiye de bu kapsamda yer aldığı için İlerici Kadınlar Derneği'nin çabalarıyla 1975 yılında "Kadın Yılı Kongresi" yapılmıştır.

Böylece 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kapalı ortamlardan sokaklara ve meydanlara çıkmış, İlerici Kadınlar Derneği, işçi sınıfı ile kadınları bir araya getirerek haklarını aramaya çağıran bir sivil toplum örgütü konumuna girmiştir. 12 Eylül Darbesi'nden sonra tekrar askerî cunta yönetimi tarafından dört yıl süreyle hiçbir kutlama yapılmasına izin verilmemiştir.

1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından kutlanmaya devam edilmektedir. Bu yeni dönemin temel farkı, eskiden sadece sosyalist kesimin sahiplendiği bu günün artık hemen tüm kadın kuruluşlarının yanı sıra adeta resmî bayram gibi devlet yetkilileri ve kurumları tarafından da kutlanmaya, hatta şirketlerin de reklam ve pazarlama faaliyetleri ile buna katılmaya başlamasıdır.

Kadın, evrenin kaynağı olan yaratıcı gücün yarısıdır. Nesiller ancak erkek ve dişi denen ikiliyle varlığını korur. Bu ikili arasında öncelik-sonralık gibi önem ayrımı yoktur.

İslamiyetin kabulünden önceki göçebelik döneminde Türk kadını döneminin erkek tipine eşit olup onunla beraber ata binip, ok atıp, kılıç kullanıp, eşinin yanında düşmanla savaşmıştır.

Orhun kitabelerinde Türk kadını saygı ile anılmış, "Devleti idare eden Han" ve "Devleti bilen Hatun" olduğu vurgulanıp "Han emreder" sözleriyle başlayan bir emirname çıkarılırsa geçerli sayılmamış, ancak "Han ve Hatun emreder" biçiminde başlarsa geçerli sayılmıştır. Savaşta, siyasi toplantılarda, sosyal ilişkilerde kadınlar her zaman kocalarının yanında yer almış, ailede çocukların sorunlarını anne ve baba paylaşmıştır.

Ancak yerleşik hayata geçince oluşan dini gelenekler ve ataerkil toplum düzeninin baskıcı tutumu eşitliği kadın aleyhine bozmuştur. Kadının profesyonel hayatta yer alma talebi reddedilmiş, kadının yeri evinin içidir ilkesinin varlığını sürdürmesi kadının geri plana itilmesine neden olmuştur. Kadının sıkıntısı, geçmişten beri varoluşu adına, onurunu korumak için mücadele etmek zorunda bırakılmış olmasıdır.

Kadın haklarına yönelik ilk adımın, Batılılaşma hareketlerinin hız kazandığı Tanzimat Döneminde atıldığı görülmektedir. Bu döneme kadar genel itibarıyla Osmanlı'da kadının üstlendiği rol daha çok ev içinde olup sosyal alandan uzaktır.

Bu dönemde ilk kez devlet eliyle kızların eğitim ve öğretimine yönelik çalışmalar yapılmıştır. Sübyan okulları üstünde rüştiye, idadi ve sultanî gibi ortaöğretim kurumlarına gitmeye hak kazanan kızlar, 1869 tarihli 'Maarif-i Umumiye Nizamnamesi' ile kızların eğitimine ilk kez getirilen yasal zorunluluktan sonra, 1870'te öğretmen ihtiyacını karşılamak için açılan kız öğretmen okullarına devam hakkına kavuşmuşlardır.

Ebe ve Kız Sanayi Mektepleri gibi okulların da açılmasıyla kızların hem eğitim seviyesinin yükselmesi hem de başta öğretmenlik mesleği olmak üzere çalışma hayatına atılmalarına fırsat sağlanmıştır.