30 Ağustos… Bu tarih yalnızca askeri bir zaferi değil, aynı zamanda bir milletin yeniden doğuşunu simgeliyor. Biz şefler içinse, mutfak dediğimiz o görünmez cephede her gün verdiğimiz emek, sabır ve mücadele bana hep Büyük Taarruz'un o kararlı ruhunu hatırlatır. Bir sofrayı kurmak, aslında bir orduyu sefere hazırlamak gibidir. Her malzemenin yeri, her tarifin zamanı, her ustalığın bir stratejisi vardır. Mutfağın bu düzeni ve sabrı, bana Kocatepe'de sabaha karşı toprağa basan o ilk adımı çağrıştırıyor. Çünkü zafer, hiçbir zaman tesadüf değildir; hazırlığın, inancın ve doğru anı kollamanın eseridir.
Haberin Devamı* * *
30 Ağustos Zafer Bayramı'nda sofralarımızda genellikle bilinen o menü yer alır: kuru fasulye, pilav, hoşaf… Kimi zaman bu menüye bakıp basitliğini küçümseyenler olur. Oysa bu yemekler, zaferin mütevazı lezzetleridir. Aç karınla, yorgun bedenlerle ama dimdik duran bir milletin simgesidir. Bugün modern mutfaklarda binbir çeşit teknik ve sunumla çalışırken, ben o kazanların başında kaynayan fasulyenin ruhunu hep yanımda taşırım. Çünkü esas lezzet, tabağa koyduğun malzemenin ötesinde, taşıdığı anlamdadır.
Bir milletin bağımsızlığı, sofradaki lokmasıyla da ölçülür. Aç kalmamak, üretmek, paylaşmak… Bunların hepsi birer zaferdir. Bugün restoranlarımızda servis ettiğimiz en sofistike menüler bile, aslında geçmişteki bu mütevazı sofraların üzerine inşa edilmiştir. Bizim için şeflik, yalnızca damaklara hitap etmek değil; aynı zamanda tarihe, kültüre ve bu toprakların hatırasına saygı göstermektir.