İnce'ye sorsalar, partin ile hoş musun

Muharrem İnce'den biraz olsun umutluyduk. Gerçek bir solcu gibi duruyor, kısmen de demokrat görünüyordu. Hem sosyal, hem demokrat olmak sözde çok, esasta ise az rastlanılan bir şey.

Birbiri ardına gördüğü yanlışlıklara dayanamayıp çocukluğundan beri içinde bulunduğu partisine rest çekmiş ve gidip kendi partisini kurmuştu. Bülent Ecevit gibi.

Yapması gerekeni yaptı diye düşündük.

"Gel bakalım Muharrem" çağrısını duyunca onun adına üzülmüştük.

Kurultayda tuvalet kapısı yanında bir iskemleye oturtulduğunu öğrenince, özellikle kötü davranıldığına ve mağdur olduğuna kanaat getirmiştik.

Boşuna üzülmüşüz.

Durdu durdu, CHP'ye geri döndü. (Zaten kimse ileri dönmeyi başaramamıştır.)

Kendi kurduğu partiyi ortada bırakarak gitmesi, şikâyetçi olduğu yere dönmesi hiç hoş olmadı. Benzetme yapmaya niyetlensek, cami avlusuna bebek bırakma örneği akla gelir.

Muharrem Bey "Kısa bir süre sonra partinin kendini fesih yoluna gideceğini" söylemişti ama geride kalan arkadaşları bu açıklamayı yalanladı. Onlar yoluna devam edecek.

Özgür Bey özel olarak davet etmiş. "Lütfen geliniz Muharrem Bey" mi dedi, ne dedi bilmiyoruz.

Dönüş töreni sırasında ikbal peşinde olmadığını, şahsî çıkar gibi bir düşüncesi bulunmadığını söyledi.

Biz de bu samimiyet, bu fedakârlık, bu irade karşısında sözüne hemen inandık.

Yetmedi, duygulandık bile.

Birkaç gün sonra CHP İstanbul Saraçhane'de miting yapmaya niyetlendi. Haklarıdır, yapsınlar.

Taksim'den istedikleri sonucu yıllardan beri çok gayret göstermelerine rağmen alamadılar, şimdi Saraçhane'yi tercih ediyorlar. Patronun dükkânı orada, normaldir.

Özgür Bey gelip konuşacak dediler. Ekrana bakıp "Gelsin" dedik. Hemen ardından daha "konuşsun" diye ekleyecektik ki Muharrem Bey'in de gelip konuşacağı açıklandı. Hayırlı olsun.

Başa güreşirken destek kuvvet olmayı tercih ettiyse bize sakince oturup çayımızı içmek düşer.

Sonrasında ne oldu, Saraçhane toplantısı nasıl geçti, kaç kişi geldi, kim ne konuştu, hiç ilgilenmedik. Çay o kadar güzeldi ki Başka bir şeyle ilgilenmemeyi gerektiriyordu.

Açtık türkümüzü dinledik.

"Ben melamet hırkasını kendim giydim eynime" diyordu Neşet Usta.