Boğaziçi'nde dinlenen şarkının tadı başkadır...

Eğer Abdülhak Şinasi Hisar'ın ifadesiyle "Şark'ın en Garplı yöneticisi olan İstanbul" gibi muhteşem bir şehirde yaşıyorsanız, geceleri yıldızlarla taçlanan Boğaziçi'nde dalgaların kah hüzünle, kah sevinçle fısıldaşan musikisini duymamanız mümkün değildir.Çünkü Boğaziçi şiirlerin ve şarkıların en güzel haliyle hatırlandığı mavi bir cennetin adıdır. Osmanlı'nın en pırıltılı zamanlarının yaşandığı günlerden bu yana İstanbul'a ve Boğaziçi'ne ne şiirler yazılmış, ne çok sazlar çalınmıştır geceler boyuTürk musikisinin tarihsel süreç içindeki seyrine baktığımızda gönüllerin hüzünleri ve zevklerinin birleştiği sınırda saz hep başrolde olmuştur. "Sazın başlıca söylediği belki ıstırap değil, elbette tatları olan bir daüssıladır. Saz, Ahmet Haşim'in ve başka bazı şairlerimizin lisanında aşkın müteradifi olan melali söyler. Çektiği elemli aşkla mesut olmasa da bunları sevdiği ve bunlardan zevk aldığı şüphesizdir. Böylece içli hatta belki de gamlı- bir hazzın dilidir." (Abdülhak Şinasi Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s.51)Müzik dinlerken çoğu kez bir rüya aleminde gezer gibisinizdir. Kendimizi melodilerin büyülü iklimine bıraktığımızda hatıralar denizinde kaybettiğimiz duyguları, terk ettiğimiz fikirleri yeniden buluruz. Kaybettiğimiz hayaller, yitirdiğimiz sevgiler sanki yeniden dirilir. Dahası çoğu kez hissettiğimiz ama bir türlü bulamadığımız hayatın hakikatini yeniden keşfederiz.Kuşkusuz müzik evrensel bir dile sahiptir, dolayısıyla dünyanın hangi coğrafyasında olursanız olun farklı toplumlara ait müziklerin de sizin kalbinizde mutlaka bir karşılığı vardır. Bu bazen cazdır, bazen Klasik Batı müziğidir, bazen rocktır, bazen Klasik Tür musikisidir, bazen de türküdür. Ama şu bir gerçek ki her toplumun kültürel algıları ve gönül dilinin terennümü farklı farklıdır.Kim ne ölçüde katılır bilemem ama Abdülhak Şinasi Hisar'ın bu konudaki şu tespitinin altını çizmekte yarar var: "Ecdadın gönüllerinden bir miras gibi süzülüp gelen musiki bir milletin yalnız zekasının vuzuhlu sesi ve dili değil, fakat kalbinin ve kanının bulanık ve iphamlı sesi olan ikinci bir milli lisanıdır. Ruh hislerinin bir ifadesi olan ve yalnız söylenmesini değil, mırıldanmasını da haykırmasını da bilen bu usüllü ve uslu ses hevenkleri, sanki dinleyen ruhların anlatamayacakları bütün hasretlerini, hicranlarını, isteklerini söyler."Kısacası