Aklın özgürlüğünü inkar eden Eş'ariler insani hukuka kapıları kapatmıştır

Kuşkusuz Müslümanların başarısızlığının temelinde hukuksuzluk önemlidir ama tek neden değildir. Çünkü Türkiye gibi bazı Müslüman ülkelerde esas itibariyle bir hukuk mantığı vardır, dahası geniş bir hukuk müktesebatı da vardır ama buna rağmen demokratik bir hukuk devleti olamamışlardır.

Çünkü Müslüman toplumların hemen tamamı, özünde devleti tanımalarına rağmen, geleneksel modelden kopamadıkları için modern hukukla hep problemli bir ilişki içinde olmuşlar, bu yüzden de çağdaş bir hukuk devleti olamamışlardır. Ve doğal olarak medeni dünyanın dışında kalmışlardır.

Müslüman toplumlardaki esas problem, 'hukuk devleti' kavramının en temel işlevi olan siyasi otoriteye 'sınır çizme ve müdahale etme' görevini yerine getirememesidir.

Bir hukuk bilimci olan Ali Mezghani, hukuk devletinin, sınır tanımayan zorbalığın ve siyasi iradenin önünde bir 'korkuluk' görevi yaptığını belirterek şunları söylüyor: "Hukuk devleti, belli bir ölçüde, hukuka veya en azından belli bir hukuka boyun eğen devlettir. O, üzerinde hiçbir etkiye sahip olmadığı ilkelere boyun eğen devlettir. Bu ilkeler ise değerler felsefesi alanına aittir. Onlar, ya özgürlük ve eşitlik ilkeleri gibi hukukla aynı doğaya sahiptirler veya toplumun ve devletin demokratik işleyişi, halk egemenliğinin veya iktidarın sırayla el değiştirmesinin imgesiyle ilgilidirler. Tam da bu bakımdan hukuk devleti herhangi bir devlet değildir ve bu devletin hukuku da aynı şekilde herhangi bir hukuk değildir." (Tamamlanmamış Devlet, s.121)

Günümüz Müslüman toplumlarının, neden kurumsallaşmış hukuk yapıları oluşturamadıklarını, daha geniş anlamıyla neden Müslümanların bir 'adalet tasavvuru' olmadığını anlayabilmek için, galiba öncelikle hukuk-insan ilişkisine bakmak gerekiyor.

Biliyoruz ki hukuk, insanoğlunun uzun bir tecrübe yolculuğunun sonucunda ancak kurumsallaşabilmiştir. Tarih boyunca hemen her toplumda ve kültürde davranış kurallarının belirleyicisi hukuk olmuştur. Dolayısıyla hem evrenseldir hem de özgürlük ve güvenlik içinde yaşamanın en temel şartıdır.

Bu açıdan baktığımızda hukukun, insanların topluluk halinde yaşamaya başladığı ilk dönemlerden bu yana toplumu inşa eden bir yapı olduğunu görürüz. Bu konuda Ali Mezghani, Alexsandre Kojeve'ye atıfta bulunarak şöyle ilginç bir yorumda bulunuyor: "Hukuk, insanın insanlaşması sürecinde belki dinden önce gelmektedir. İnsanda hukuki olayı doğuran şey, insanın insanlaşma fiilinde bulunmaktadır." (a.g.e, s.65)

Esas itibariyle, henüz bir site devleti özelliği bile kazanmamış geleneksel topluluklar da kendilerince birtakım kurallar uygulamışlar ama bunu, bizim bugün anladığımız anlamda bir 'hukuk' olarak tanımlama ihtiyacı hissetmemişler. Ayrıca kurumsal anlamda hukuk, çağdaş toplumların bir talebidir. Çünkü 'kuvvetler ayrılığı' demokratik toplumların emredici bir vasfıdır.

Varsayımsal olarak herhangi bir dine inanmayan toplulukların olduğunu kabul edebiliriz ama hukuk kurallarının olmadığı bir toplum düşünmek mümkün değildir. O toplumda gerçek anlamda bir hukuk devleti olmadığı için, hukuk kuralları işlemeyebilir ya da yanlış işler ama toplum varsa, orada mutlaka hukuk da olmak zorundadır.