AK Parti'nin hukuk treninden inişinin hikayesi

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yargı sistemimizin serencamının çok da sağlıklı yürüdüğünü söylemek ne yazık ki pek mümkün değil. Savaş dönemini bir tarafa bırakırsak, Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kurulan İstiklal Mahkemeleri tartışmalı kararlara imza atmış ve büyük acılar yaşanmıştır.

Cumhuriyetin sağladığı önemli kazanımlara rağmen, sertlikte sınır tanımayan bu mahkemeler, bütün muhalif unsurları susturan bir mahiyet kazanarak ülkede otoriter bir iklimin oluşmasına katkı sağlamıştır.

Maalesef bu otoriter psikoloji, zamanla bütün siyasal iktidarlara sirayet ederek yargının araçsallaştırımasının önünü açmıştır. İstiklal Mahkemeleri ile başlayan, Yassıada'daki cunta yargısıyla ve sonrasında sıkıyönetim mahkemeleriyle devam eden bu vesayetçi anlayış, günümüzde de benzer bir iklimi oluşturmuş bulunuyor.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile inşa edilen yeni rejim, her ne kadar anayasada 'kuvvetler ayrılığı' olarak tarif edilse de fiilen 'kuvvetler birliği' esasına göre işlemektedir.

Hal böyle olunca yasama da yargı da cumhurbaşkanının yazacağı iki satırlık kararnameye göre işler hale geldiği için, muhalefet dahil herkes gerektiğinde potansiyel bir tehlike olarak görülebilmektedir.

Aslında bugün hukuksal anlamda yaşadıklarımız, çok da yabancımız olan konular değil. Hatırlayalım, 1950 seçimlerinde büyük başarı sağlayan Demokrat Parti (DP), ilk döneminde gerçekten bir demokrasi rüzgarı estirmiş, ancak 1954 seçimleriyle kazandığı ezici zaferin ardından giderek otokrat bir istikamete evrilmişti.

Bu konudaki en çarpıcı örneklerden birisi, Osman Bölükbaşı'nın Kırşehir'den vekil seçilmesi üzerine, Demokrat Parti tarafından 30 Haziran 1954'de çıkarılan 6429 sayılı özel bir yasa ile il statüsünden çıkarılıp ilçe yapılmış olmasıdır. Hatta öyle ki Meclis'te Adnan Menderes, Celal Bayar ve Demokrat Parti aleyhine çok sert bir konuşma yapan Bölükbaşı'nın dokunulmazlığı kaldırılmış, ceza alarak hapis yatmıştır.

Büyük acıların ve kaosların yaşandığı bunca klasik-postmodern darbeler ve 'vesayet' tecrübelerinden sonra, Türkiye'nin 21. Yüzyılda "tekçi vesayet" sistemine mahkum olması kaderin bir cilvesi olsa gerek.

Ama ne desek boş, demokrasi ve 'hukukun üstünlüğü' iddialarıyla iktidara gelen AK Parti'nin yönettiği Türkiye'de hukuk, kelimenin tam anlamıyla buharlaşmış bulunuyor.

Bu ülkede eskiden erken kalkan asker darbe yapıyordu, şimdi ise iktidarın en küçük imasını dikkate alan yargı sistemi konuşan, eleştiren, muhalif duruş sergileyen herkesi gözaltına alıp tutukluyor. Dahası, iktidar açısından tehlike arzeden muhalefet belediyelerine operasyonlar düzenleyerek gözdağı veriyor.

Mesela şu günlerde, muhtemelen Ekrem İmamoğlu'nun etrafındaki çemberi biraz daha daraltmak için Esenyurt'la başlayıp Beşiktaş'la devam eden belediye operasyonları hukukla izahı mümkün olmayan bir duruma işaret ediyor. Bu arada Zafer Partisi Genel Başkanı