AB'ye girmek için İmamoğlu yetmez Mansur Yavaş'ı da hapse atalım!

Demokrasiyi, dünya ekonomik sistemini, ticaret düzenini tersine çeviren, insan haklarını tehdit eden ABD'nin çılgın ve öngörülemeyen başkanı Trump'la birlikte ülkeler arasında da müthiş bir altüst oluş yaşanıyor. Yeni Trump şovla birlikte Amerika artık çözümün değil sorunun kendisi olmaya başladı.

Trump sadece uluslararası dengeleri bozmakla kalmıyor; ABD'nin İkinci Dünya Savaşı sonrası jeostratejik istikrarı sürdürmede oynadığı merkezi rolü de dinamitliyor, ABD ile Avrupa'nın arasını açıyor, Kanada'nın bağımsızlığına göz dikiyor.

Bir bakıma herkesin can derdine düştüğü bir süreçte, doğal olarak Avrupa da yeni bir arayış içinde. Kendi içinde saflarını biraz daha sıklaştırarak gücünü tahkim etmeye çalışıyor.

Aslında tam da bu süreçte, Türkiye için yeni fırsatların ve imkanların kapısı aralanabilir. Eğer Türkiye, 'tam üyelik' sürecini hızlandıracak adımlar atabilirse bu dönemin en kârlı ülkelerinden biri olmaması için hiçbir neden yok.

Ama ne yazık ki ülkeyi yönetenler hiç böyle bir havada değil. Tam aksine Trump'ın çılgın adımlarına paralel adımlar atıyor. Ama aynı zamanda Avrupa'nın arayış içinde olmasını fırsat bilerek demokratik kriterleri bypass edip çaktırmadan 'tam üyelik' kartını cebine koymayı da çok istiyor.

Nitekim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 25 Şubat'ta yaptığı açıklamada "Türkiye ortak çıkarlar ve karşılıklı saygı çerçevesinde Avrupa ülkeleri ve AB ile ilişkilerini ilerletmeye hazırdır" mesajı verdi ve Avrupa'nın Türkiye'ye ihtiyacı olduğunu söyledi. Ama Türkiye'nin demokratik ödevleri konusuna hiç değinmedi.

Bu arada iktidar medyası da "Avrupa bize muhtaç, ayağımıza gelip yalvaracaklar" benzeri ayağı yere basmayan hayaller üfürmeye devam ediyor.

Evet hayaller Paris ama gerçekler siyasetçilerin, belediye başkanlarının, iş insanlarının, gazetecilerin hapse atıldığı bir Türkiye gerçeğine işaret ediyor.

Nitekim Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor'un, Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ile ilişkileri üzerine yaptığı açıklamadaki şu sözleri, halen yaşamakta olduğumuz acı gerçeklerimizle bizi yüz yüze bırakıyor: "Türkiye'deki mevcut senaryoda, tüm hükümet yanlısı medyada, yani yüzde 90'ında söylenenler ve yorumlar var: 'Askerî gücümüz Avrupa Birliği'ne üye olmanın kapılarını açacaktır'. Bu nedenle AB'ye üye olmanın Demirtaş ve Kavala'dan ve şimdi de İmamoğlu'ndan geçmesi dışında kestirme yolları olmadığı konusunda ısrar etmemiz gerekiyor."

Bütün bu AB söylemlerinin, Avrupa'ya 'büyük devlet' havaları atmanın Avrupa Birliği'ne üye olmamızla çok fazla bir ilgisinin olduğu kanaatinde değilim. Her ne kadar AK Parti, 2002 yılında 'Kopenhag Kriterleri'ni, hukukun üstünlüğünü hedefleyerek yola çıkmış olsa da bugün gerçekten AB'ye girmek gibi bir niyet içinde değil.