Direnişin yapısı

Tarihi okuma biçimimiz, yalnızca geçmişe değil, bugüne ve geleceğe dair tahayyüllerimizi de biçimlendirir. Bu nedenle Carl Schmitt ile Fernand Braudel arasında kurduğumuz karşıtlığı düşünsel bir zemin oluşturmak adına oldukça anlamlı görebiliriz. Çünkü bu iki isim, sadece farklı disiplinlere değil, farklı zaman algılarına ve dolayısıyla farklı güç ve iktidar tasavvurlarına yaslanıyor.

Braudel'in Annales geleneğiyle biçimlenen tarih anlayışı, olayın geçiciliğine karşı yapıların kalıcılığına odaklanır. İklim değişimleri, ticaret yolları, demografi ve coğrafya gibi "hareket etmeyen" unsurların zaman içinde nasıl değişim yarattığını anlamaya çalışır. Bu bağlamda Braudel, örneğin bir savaşın ya da bir devrimin, kısa vadeli etkileri olsa da, bu tür olayların tarihsel akışın yönünü belirlemekten ziyade, zaten var olan derin süreçlerin yüzeye vurmuş tezahürleri olduğunu savunur.

Ne var ki, Braudel'in tarih anlayışındaki en büyük zaaf, insan iradesine biçtiği sınırlı rolde yatıyor. Yapısal sürekliliklere odaklanırken insanın, toplulukların ve özellikle siyasal öznenin tarih içindeki kurucu rolünü büyük ölçüde göz ardı ediyor.

Carl Schmitt ise bu perspektife karşı bambaşka bir yerdedir. Onun için tarih, istisnai anların ürünüdür. Kriz, savaş, iç çatışma gibi olağanüstü durumlar, yalnızca birer "an" değil, egemenliğin test edildiği ve yeniden kurulduğu eşiklerdir.