Georges Perec'in "Düşünmek/Tasniflemek" kitabını okumaya başlayınca bu haftaki yazımı çok sıkıcı buldum ve günah kavramına sığınıp yeniden düzenledim. Biliyorsunuz, insan davranışlarını şekillendiren zaaflar farklı kültürlerde benzer biçimde sınıflandırılmıştır. Bugün "yedi ölümcül günah" olarak bildiğimiz liste, 4. yüzyılda çöl keşişi Evagrius Ponticus'un sekiz "kötü düşünce" tasnifine dayanıyor. İki yüzyıl sonra Papa I. Gregory listeyi uzun bulmuş ve "hüzün/keder" maddesini çıkartıp "ölümcül günahlar" kavramını yeniden şekillendirmiş. Aynı konu İslam'da büyük ve küçük günahlar ayrımıyla ele alınır, Budizm'de "üç zehir" (arzu, öfke ve cehalet) vardır. Hinduizm'de ise insanın davranışlarını sürükleyen altı temel eğilim (şehvet, öfke, açgözlülük, gerçeklerden uzaklaşma, kibir ve haset) sayılır.
Bu temel gözlem, saat dünyasında da şaşırtıcı derecede benzer karşılıklar buluyor. Günah kelimesi burada elbette mecazi fakat saat endüstrisinin koleksiyoncuları hangi zaaflarla ağlarına çektiğini görmek için bu benzetme bence çok açıklayıcı. 2025 aBlogtoWatch anketinin üçüncü bölümünden hareketle bugün bu zaafların ilk üçüne odaklanmak istiyorum, malum köşemiz dar.
1. Şehvet
"Değer kaybetmez" diyerek Submariner alan üç yıl sonra Excel'de zarar hesabı yapan, koleksiyonunu portföy gibi yöneten "yatırımcı kullanıcıları" çoğumuz tanıyoruz. Oysa anketin gösterdiği basit hakikat şu: En çok sahip olunan markalar (Casio, Seiko ve Citizen) zaten "yatırım aracı" kategorisine girmiyor. İşte "şehvet" tam da bu noktada beliriyor: arzular, maddi beklentilere dönüşüyor. Bir zamanlar "bu saatin tasarımını seviyorum" diyen saatsever şimdi "koleksiyonda iyi durur" diye düşünüyor. Endüstri de bunu görüyor ve sınırlı üretimlerle iştahı diri tutuyor. Şehvetin nesnesi artık maalesef hiç estetik değil, sadece geleceğe dönük bir değer umudu taşıyor.
2. Kıskançlık
Casio'dan Grand Seiko'ya oradan mikro-markalara giden yol, çoğu zaman yalnızca zevk gelişimi değil bazen kıyaslama kültürünün tetiklediği bir yükselme hevesinden ibaret. Anketin gösterdiği eğilim net: Yeni başlayanlar ulaşılabilir markalarda yoğunlaşırken, deneyimli koleksiyonerler daha niş ve prestijli modellere yöneliyor.
Bu tercihin ardında, modern endüstrinin "hikâye ekonomisi" diye adlandırabileceğimiz yapısı var. Saat artık zamanı ölçen bir nesne olmaktan çok kimlik kurucu bir değer taşıyor. Üretildiği yer, kültürel arka planı, marka itibarı, tarihsel bağlamı, onu takan kişilerin hikâyesi önemli. Kıskançlık kıyaslama yaparken beliriyor: "Onun saatinin hikâyesi benimkinden daha mı güçlü" Endüstri bu psikolojiyi iyi okuyor; teknik mükemmellik tek başına yetmediği için markalar her modelin arkasına bir gelenek, bir atölye ritüeli, bir kültürel bağlam ekliyor. Saat tartışmaları aslında kimlik tartışmalarına dönüştükçe, kıskançlık yeni alımların en güçlü iticilerinden biri hâline geliyor.

3