Elli yaşından sonra anladığım şeylerden biri de artık beni çok az şeyin heyecanlandırıyor oluşu. Çocukluğumdan beri heyecanımın hiç bitmediği nadir konulardan biri ise kitaptır. Doğal olarak kütüphaneler de ilgi alanlarımdan biri. 1989'da Teşvikiye Camii önünde kitap satanlardan biriydim, daha doğrusu ünlü Parkinson Şeref'in yanında bir çıraktım. O zamanlar kitaplarını satmak isteyenlerin evlerine de giderdim. Evlerde kitapların nasıl tasnif edildiğini incelemekten kendimi alamazdım. Yayınevine göre, yazara göre hatta kitapları boylarına göre sıralayanlar bile vardı. Cami önündeki tezgâha her gün gelip kitap bakan, yeni bir şey var mı diye soran bibliyofiller arasında kitap sayısı çoğalınca ayrı bir ev tutup orayı kütüphaneye dönüştürenler de vardı. Keşke benim de böyle bir kütüphane-evim olsa diye hayal kurmuşluğum da var. (Bu arada "Bizans Sultanı" isimli kitabıyla hayran olduğum Selçuk Altun'un okuma-yazma evini de çok merak ediyorum.)
Kütüphanesini merak ettiklerimden biri de Alberto Manguel, onun "Kütüphanemi Toplarken" (YKY, 2020) isimli kitabının ana konusu olan 35 bin ciltlik kütüphanesini Fransa'dan Kanada'ya nakletme sürecini okurken bir yandan kitaplarını nasıl tasnif etmiş acaba diye merak içindeydim. Ancak Manguel doğrudan bir sistem sunmuyor.
Manguel'in kitap tasnifiyle ilgili daha net bilgiler, "Geceleyin Kütüphane" (YKY, 2008) isimli eserinde bulunuyor. Yazar, kitaplarını raflara yerleştirirken katı ve önceden belirlenmiş alfabetik sıralama, konuya göre düzenleme ya da kurumsal (Dewey veya Kongre Kütüphanesi) kütüphanecilik sistemlerinden birine göre yerleştirmekten uzak, çok daha kişisel bir tavır içinde. Manguel kitaplarını, kendi hayatının izlerini taşıyacak ve hafızasında yer eden anılarla düzenlemeyi tercih ederken, konuya göre gevşek bir şekilde gruplandırıyormuş. Bu kendine has düzenin okuma alışkanlıklarına ve zihinsel çağrışımlara dayandığını söyleyen Manguel, duygusal olarak bağlantılı kitapları bir arada görmekten hoşlanıyormuş.
Bu bakış açısı, Manguel'in kütüphanesini neden "otobiyografisi" olarak gördüğünü de açıklıyor. Her bir kitabın raftaki yeri, yazarın okuma yolculuğunun belirli dönemlerini, yaşadığı tecrübeleri ve düşünsel gelişimi temsil ediyor. Kitapların fiziksel varlığı, onun için sadece bilgiyi muhafaza eden nesneler değil aynı zamanda geçmişle kurulan duygusal bağların somut ifadeleri haline gelmiş.
Manguel'in bu yaklaşımındaki en dikkat çekici konu kütüphaneyi zihinsel ve duygusal bir mekân olarak görmesi. Onun kütüphanesi kitapların depolandığı bir alandan ziyade, manevi bir sığınak ve sürekli gelişen canlı bir varlık. Enis Batur'un da bu konuda birçok denemesi ve hatta kitabı var. Yazar, araştırmacı ve arşivci Georges Perec'in efsanevi "Kitap Yerleştirme Sanatı ve Yolları Üzerine Kısa Notlar" isimli ünlü yazısını da unutmam mümkün değil, ilk kez "Gergedan" dergisinde okumuştum. (Müthiş bir dergiydi, ilk gördüğümde çok şaşırmıştım.)