Aylar önceki bir yazımda, Patek Philippe'in Başkanı Thierry Stern'in bir etkinlikte söylediği cümleleri aktarmıştım: "Bu mesele tutkuyla ilgili. Demek istediğim şu ki, gerçekten bu bir rüya olmalı. Aslında kimsenin bir Patek Philippe'e ihtiyacı yok." Bu sözler, şu sıralar liderlik konusunda küstah bulunduğu için eleştirilen birine ait ama lüks saat endüstrisinin temel gerçeğini de özetliyor: Lüks saatler hatta saatler artık bir ihtiyaç değil kültürel bir arzu nesnesi. Peki böyle bir nesneyi üreten, onu hayal edilebilir kılan ve bir saati hayatımızın bir parçası haline getiren liderler ne yapıyor
Yıllardır bu soruyu düşünüyorum. Çünkü lüks markaların liderlerini izlerken gördüğüm şey genellikle aynı: Uzaktan yönetme, hiyerarşiye sıkı sıkıya bağlı kalma, geleneklerin arkasına saklanma. Sanki arzuyu yaratmak için önce kendi varlıklarını gizlemeleri, erişilmez olmaları gerekiyormuş gibi. Uzun yıllar boyunca bu tavır işe yaramış olabilir ama artık işler öyle yürümüyor.
İşte tam bu noktada, Ağustos 2023'te başlayan kısa bir geçiş döneminin ardından 1 Ocak 2024'te Audemars Piguet'nin başına geçen İtalyan asıllı CEO Ilaria Resta'nın hikâyesini anlatmak istiyorum. Resta, güzellik ve tüketim ürünleri dünyasından biri. Procter & Gamble'da yirmi iki yıl çalışmış sonra bir İsviçre parfüm şirketini, Firmenich'i iki yılda dönüştürmüş. Resta, saat sektörüne "yabancı" biri ve belki de bu yüzden 150 yıllık bir markaya tam da ihtiyaç duyduğu şeyi getiriyor: Taze bir bakış, farklı bir dil, bambaşka bir liderlik modeli.
Resta'nın yönetim tarzına "dairesel liderlik" deniyor. Bilindiği gibi klasik anlamda lider, piramidin en tepesindedir, oradan aşağıya bakar, emirler verir, kararlar alır ve uygulanmasını bekler. Dairesel liderlikte ise lider en tepede değil merkezde, herkese eşit uzaklıkta duruyor. Bu sadece sembolik bir ifade değil; Resta'nın şirket içindeki fiziksel varlığına, iletişim tarzına, karar alma süreçlerine yansıyan somut bir tercih. "Bana WhatsApp mesajı gönderin, hemen yanıtlarım ama e-posta gönderirseniz size iyi şanslar dilerim" diyor. Kapısı açık, çalışanlarının getirdiği örneklere dokunmak, görmek ve hissetmek istiyor.
Bu yaklaşımı ilk kez Procter & Gamble'da Amerika pazarının başına geçtiğinde hayata geçirmiş. Kendini "bir uzaylı gibi" hissettiği o dönemde, tek çözümün sahada olmak olduğunu anlamış. Cuma günleri herkese kişisel bir mektup yazıyor, ne olup bittiğini paylaşıyormuş. Çalışanlar da ona yanıt veriyor, günlük hayatlarından bahsediyormuş. Ofisleri dolaşıyor, sorular soruyor, toplantı yapmak yerine anlık kararlar alıyormuş.