Okuma Yolculuğu
"Biliyorum, caminin avlusunda toplanan kalabalık bana değil
Gelen ünlüleri görmek için
'Aa, o da burda, şu da burda!' deyip
Beni musalla taşında unutanları görüyorum
Hayatımda ilk defa katıla katıla gülüyorum
Çünkü, kırkım dolmadan unutulacağımı biliyorum.
Yaşlı bir selvi ağacının gölgesinde oturup
Yılların yorgunluğunu çıkarıyorum
Birden önümden sırasıyla Nisa'lar, Tolga'lar, Sadri'ler
Daha birçok sanatçılar geçiyor.
Selam veriyorum, hiçbiri görmüyor.
Sesleniyorum: 'Anne, ben buradayım. Baba, ben buradayım.'
Sesleniyorum ama kimse duymuyor.
Eşime sesleniyorum: 'Nerde benim yamalı elbiselerim, boyalarım'
Çocuklarım burada beni niye yalnız bıraktınız
Ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum.
Günahımla sevabımla Allah'a sığınıyorum..."
(Nejat UYGUR)
Okumak, yalnızca gözleri kelimelere çevirmek değildir; ruhu dünyalara açmaktır. Bir kitabı elinize aldığınızda, siz farkında olmadan, başka zamanlara ve mekânlara bir kapı aralarsınız. Kafka bir gün okuduğu bir kitaptan sonra kendi yazdıklarının anlamını yeniden sorguladığını söyler. Borges ise kütüphaneler arasında kaybolurken hem zamanın hem de evrenin sınırlarını düşünür. Bu büyük yazarlar, okumanın yalnızca bilgi edinmek olmadığını, aynı zamanda düşünsel bir dönüşüm, bir içsel yolculuk olduğunu bize gösterir.
Her okuma tecrübesi, bir maceradır. Montaigne'in denemelerinde olduğu gibi, yazdıklarından çok okudukları onun dünyayı kavrayışını şekillendirmiştir. Montaigne için kitaplar, kendi düşüncelerini denediği bir laboratuvar gibiydi; her sayfa, bir deney alanı, her cümle bir keşifti. Biz de bir kitabı açtığımızda, kendi deneyimlerimizi yeniden inşa eder, düşüncelerimizi test eder ve hayal gücümüzü genişletiriz. Okumak, insanın kendi benliğiyle yaptığı diyalog gibidir; her sayfa, içsel bir yankı, ruhun kendi sesini duyduğu bir odadır.
Okuma yolculuğu, özellikle genç zihinler için birer pusula gibidir. Genç bir okur, her sayfada yeni bir bakış açısı kazanır; empatiyi, sabrı, eleştirel düşünceyi öğrenir. Virginia Woolf'un sözleriyle, "Kitaplar bize kendi benliğimizin sınırlarını gösterir." Bu sınırlar, aslında yeni keşiflerin başlangıcıdır. Bir karakterle birlikte sevinir, hüzünlenir, bazen de onun hatalarından ders alırız. Okumanın büyüsü tam da burada başlar: Bilgiyi deneyime çevirir ve bizi dönüştürür.
Proust'un hatırladığı gibi, okuma, kaybolmuş zamanların geri gelmesini sağlar. Bir kitabı tekrar elinize aldığınızda, geçmişteki kendinizle karşılaşırsınız; hayatınızın bir döneminde aldığınız anlamlar, şimdi farklı bir ışık altında görünür. Bu, okumanın sıra dışı gücüdür: Kitaplar sadece anlık bir tatmin vermez, onları okudukça biriktirdiğiniz deneyimlerle yaşamınızın dokusunu zenginleştirir.
Okuma, bir yandan da insanın dünyaya bakışını derinleştirir. Emerson, "Bir kitap, ruhun aynasıdır" der. Her kitap, kendi dünyamızın ötesine açılan bir pencere, bilinmeyenle buluşma kapısıdır. Bir romandaki karakterin karanlık içsel çatışmaları, bizim kendi gölgelerimizi fark etmemizi sağlar; bir tarih kitabındaki anlatı, insanlık deneyimlerinin sürekliliğini anlamamıza yardımcı olur. Böylece okuma, sadece bireysel bir tatmin değil, toplumsal ve kültürel bir bilinç oluşturur.
Büyük yazarlar, okuma yolculuklarını kendi hayatlarında da somutlaştırmıştır. Kafka, okuma alışkanlıklarını günlük hayatının ritmine öyle bir yerleştirmiştir ki, kitapları onun hem kaçış hem de kendini yeniden inşa etme aracıdır. Borges, bir kütüphane arasında kaybolurken, okuyucunun da kaybolabileceği sonsuz evrenleri tasarlamıştır. Onlara göre okuma, sadece metinleri takip etmek değil, metinler aracılığıyla düşüncenin derinliklerine inmektir.
Okuma deneyimi, aynı zamanda bir disiplin ve sabır işidir. Genç bir okur için bir kitabın ilk sayfaları çoğu zaman zorlayıcı olabilir; kelimeler ağır gelir, cümleler anlaşılmaz görünür. Ama sabırla devam ettikçe, okuma bir ritme, bir müziğe dönüşür. Dostoyevski'nin karakterleriyle empati kurmak, Shakespeare'in dil oyunlarını çözmek veya Joyce'un bilinç akışıyla yüzleşmek, sabır ve dikkat gerektirir. Ve bu süreç, ruhun olgunlaşmasına, zihnin esnekleşmesine hizmet eder.