Filistin, yalnızca haritaların üzerinde tartışılan bir toprak parçası değildir. Orada yaşanan, sömürgeciliğin, baskının ve işgalin birbirine eklemlenerek ördüğü çok katmanlı bir kaderdir. Edward Said, bu kaderi açıklarken kelimeleri bir kılıç gibi kullanır; çünkü Filistin'de savaş yalnızca silahlarla değil, aynı zamanda dille, tarihle ve hafızayla yürütülmektedir.
Sömürgeci ile kolonist arasındaki ayrım tam da burada berraklaşır. İsrail devleti, modern bir kolonyal proje olarak sahneye çıkarken, Batı Şeria'nın dağlarına, Kudüs'ün çevresine evlerini diken yerleşimciler bu projenin gündelik aktörleri olurlar. Bir devlet olarak sömürgeci, bir birey olarak kolonist: biri gücü tesis eder, diğeri toprağa kök salarak bu gücü kalıcılaştırır. Said'in uyarısı açıktır: kolonizasyon yalnızca coğrafyayı değil, aynı zamanda tarihi ve hafızayı da gasbeder.
Ama mesele yalnızca toprak değildir; mesele, insanın varoluşuna yönelmiş baskıdır. Baskıcı ile ezilen arasındaki ilişki Filistin'de günlük hayatın nefes alışverişinde görünür. Kontrol noktalarında bekleyen kadın, temel insani ihtiyaçlardan mahrum bırakılan çocuk, kimliğini kaybetmiş bir mülteci… Onlar, "ezilen"in sessiz yüzleridir. Karşılarında ise yalnızca askerî güç değil, aynı zamanda onları görünmez kılan söylemler vardır. Batı'nın akademisi ve medyası, Filistinliyi ya bir tehdit ya da bir yokluk olarak resmeder. Said'in de dediği gibi, asıl trajedi Filistinlinin konuşamayan özneye dönüştürülmesidir.
Ve işte, üçüncü katman: işgalci ile işgal edilen. İşgal, Filistin'de soyut bir kavram değil, gündelik hayatın nabzıdır. Duvarlarla örülen şehirler, ablukalarla kapanan ufuklar, askerlerin gölgesinde geçen günler… İşgalci güç, yalnızca topraklara değil, zamana da hükmeder. Fakat işgal altındaki halk, her şeye rağmen, varlığını koruma ısrarıyla yaşamaya devam eder. Bu ısrar, belki de işgalin hesap edemediği en derin direniştir. Bugünlerde Filistin'in tanınması ile ilgili Batılı devletlerde bir hareketlilik var ve sıraya girmişçesine bunu deklare ediyorlar. Ancak gelinen noktada insanın zihnini meşgul eden sorular oluşuyor. Neden 1 yıl önce ya da 6 ay önce değil de şimdi Konuyu daha iyi anlamamızı sağlayacak üç temel kavram var. Onları doğru algılamamız gerekiyor. Nedir onlar
1. Colonizer - Colonist (Sömürgeci – Yerleşimci)
Colonizer (Sömürgeci): Burada "İsrail devleti" sömürgeci güç olarak görülür. Çünkü Batı destekli bir şekilde Filistin topraklarında egemenlik kurmuş, askeri ve siyasi mekanizmalarla burayı kontrol altına almıştır. İsrail'in Siyonist ideolojisi/inancı, buralarda yaptığı her şeyi doğal bir hak olarak görür ve hiçbir şekilde yapıp ettiklerinde bir sorun görmez. Ayrıca antisemitizm baskısı ile herhangi bir konuda eleştiride bulunan herkes bir şekilde Yahudi karşıtı ilan edilerek toplum dışı ilan edilip, marjinalleştirilme baskısı ile karşı karşıya bırakılmıştır. Bu nedenle kendine hem siyasi hem ideolojik hem de duygusal bir kalkan oluşturmuştur. İsrail, yalnızca bir devlet olarak değil, aynı zamanda bir sömürge projesinin kurumsal aktörü olarak işlev görür. Colonist (Kolonist / Yerleşimci): Filistin topraklarında özellikle 1967 sonrası kurulan Yahudi yerleşim yerlerine (settlements) taşınan bireyler ve topluluklar colonist olarak adlandırılır. Bu insanlar bizzat gidip Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te yeni yaşam alanları kurarlar. Örneğin, Kudüs'ün çevresine yerleşen Siyonist kolonistler, hem ev inşa ederek hem de askeri korumayla desteklenerek Filistinlilerin yaşadığı alanları daraltır. Kolonizer ve Kolonist arasında birtakım ilişkiler vardır. Onları şu şekilde ifade edebiliriz:
Nedensel ve işlevsel ilişki: Kolonizer, koloni kurmayı planlayan veya gerçekleştiren aktördür; kolonist ise bu planı yerleşim amacıyla somutlaştıran kişi veya topluluktur.
Hiyerarşik ilişki: Kolonizasyonda güç dengesi kolonizasyonu başlatan aktörden yana kayar; kolonistlerin çoğu zaman yerli nüfusa karşı ayrıcalıklı konumda olduğu ve çoğu kez baskı, asimilasyon veya zorla yerleşim yoluyla bu hedeflere hizmet ettiği bir dinamik vardır.
Zaman boyutu: Kolonizmi başlatanlar genellikle dönemin devlet politikaları veya ticari çıkarlar olduğunda hareket eder; kolonistler ise bu politikaların uygulanması ve koloni ekonomisinin inşası için bölgede ikamet ederler.
Kısaca özetlemek gerekirse, kolonizer koloni kurmaya yönelik hareketin yöneticisi ve planlayıcısıdır; kolonist ise bu planı sahaya taşıyan, yeni yerleşim yerleşimlerini kuran ve uzun vadeli yerleşimi sürdüren kişi ya da gruptur. Bu iki kavram, sömürgeci güçlerin bölgeyi işgal etme ve yönetme süreçlerinin iki önemli aktörünü ifade eder.
2. Oppressor - Oppressed (Baskıcı – Ezilen)
Oppressor (Baskıcı / Zalim): İsrail devlet aygıtı (asker, polis, yasa, kontrol mekanizmaları) oppressor rolündedir. Çünkü Filistinlilerin hareket özgürlüğünü kısıtlar, kaynaklara erişimini sınırlar, sistematik şiddet uygular. Oppressed (Ezilen): Filistin halkı, bu baskıdan doğrudan zarar gören topluluktur. Filistinliler günlük yaşamlarında seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasından, temel hizmetlere erişim zorluklarına kadar çok yönlü bir baskı altında yaşarlar. Örneğin, Gazze'de uygulanan ablukalar, elektrik-su kısıtlamaları, ekonomik izolasyon; bunlar oppressor–oppressed ilişkisinin açık tezahürleridir.
3. Occupier- Occupied (İşgalci – İşgal Altındaki)
Occupier (İşgalci): İsrail, uluslararası hukukta da 1967'den bu yana Batı Şeria, Gazze (çekilmiş olsa bile abluka yoluyla fiilen kontrol ediyor) ve Doğu Kudüs üzerinde "işgalci güç" olarak tanımlanır. Yani toprakları askeri kuvvetle kontrol eder. Occupied (İşgal Altındaki): Filistin toprakları ve orada yaşayan Filistinliler "occupied" durumundadır. Bu, yalnızca coğrafi işgal değil; aynı zamanda siyasal, ekonomik ve toplumsal bir işgal anlamına gelir. Örneğin, Batı Şeria'daki kontrol noktaları (checkpoints), İsrail ordusunun sürekli varlığı, uluslararası hukuka aykırı yerleşimlerin inşası, işgalin en görünür göstergeleridir.
Filistin Devleti'ni tanıma girişimleri, mazlum halkın yanındayız gibi bir mesaj verme kaygısı ile belki kendi iç siyasetlerini yumuşatma ve halklarına; 'bakın biz de bir şeyler yapıyoruz, o kadar da vahşi değiliz' deme çabasının bir sonucu olarak ya da Gazze'nin kefareti olarak ortaya atılmış bir senaryonun bir parçası olabilir. Neden kuşku duymalıyız Çünkü, Settler colonialism (yerleşimci sömürgecilik), klasik sömürgecilikten farklı olarak sadece ekonomik çıkar ya da siyasi hâkimiyet amacıyla değil, yerleşmek ve yeni bir toplum inşa etmek amacıyla başka bir halkın topraklarının işgal edilmesi demektir.
Klasik sömürgecilikte (ör. Britanya-Hindistan) sömürgeci güç kendi merkez ülkesinde kalır, sömürgeyi yönetir ve kaynaklarını sömürür. Yerleşimci sömürgecilikte (ör. ABD'deki İngiliz kolonileri, Avustralya, Güney Afrika) ise amaç yerli halkın yerine geçmek, onu marjinalleştirmek ya da ortadan kaldırarak kendi "kalıcı toplumunu" kurmaktır. Siyonist hareket 19. yüzyıl sonlarından itibaren Filistin topraklarını, orada yaşayan yerel Arap nüfusu "görmezden gelerek" yahut ikincil sayarak bir Yahudi yurdu olarak tahayyül etti.
1948'de İsrail Devleti kurulduğunda, yaklaşık 750 bin Filistinli zorla göçe zorlandı (Nakba/ "Büyük Felaket"). Bu süreç, yerleşimci sömürgeciliğin tipik bir örneğidir: yerli halkın mülksüzleştirilmesi ve yerine göçmen nüfusun yerleştirilmesi. Günümüzde Batı Şeria'daki İsrail yerleşimleri, uluslararası hukuka aykırı olmasına rağmen genişlemeye devam ediyor. Bu, sadece askeri bir işgal değil, demografik ve mekânsal bir dönüşüm projesidir. Amaç, Filistin topraklarını Yahudi yerleşimcilerle doldurup Filistinlilerin coğrafi ve siyasi varlığını parçalamaktır. Yerleşimci sömürgecilik literatüründe, "yerli nüfusu görünmez kılmak, topraksızlaştırmak ve parçalamak" temel stratejilerden sayılır. İsrail'in Filistin'deki politikaları bu üç eksene de oturur.