Toplumların yaşaması ve gelişmesi, temelinde adaletin varlığına dayanır. Genelde Hz. Ömer'e atfedilen; "Adalet mülkün temelidir" sözü ile ifade edildiği gibi, bir toplumun düzenli yaşaması ve devamlılığı, adalet olmadan mümkün değildir. Ancak adaletin kendisi de bir temele ihtiyaç duyar; o temel ise doğruluk, erdem ve fazilettir. Söz konusu erdem ve faziletin yokluğunda, tek başına adalet toplumu ayakta tutamaz. Bu nedenle adalet, sadece dengeyi simgeleyen bir teraziden ibaret değildir; onun arkasında sağlam bir inanç ve ahlaki altyapı bulunmalıdır.
Adalet terazisinde dengeyi sağlamak, yalnızca doğru ölçüyü koymakla olmaz. Terazinin kefeleri hassas bir dengeyle kurulmuştur ve her zaman bozulmaya açıktır. Onun doğru işleyebilmesi için bulunduğu zeminin temiz, tarafsız ve güvenilir olması gerekir. İşte bu zemini sağlayan, doğru inançtır. Allah'a inanan, O'nun ebediliğine ve kullarının eşitliğine inanmış bir toplumda, adaletin uygulanması çok daha kolaydır. Bu zemin üzerine inşa edilen adalet, toplumda erdem ve faziletin yayılmasını sağlar; çünkü adaletin kendisi, bu değerlerin dışavurumudur. Farabi'nin de ifade ettiği gibi, "İslam sitesi erdem sitesidir." Adaletin topluma yayılımı, bireysel ve toplumsal faziletle mümkündür.
İslam medeniyeti, doğruluk, iyilik ve güzellik ideası üzerine kurulmuştur. Bu üç temel ilke, hem bireysel hem de toplumsal hayatı şekillendirir. Doğruluk, hakikati ve inancı temsil eder; iyilik, erdem ve faziletin somut hâlidir; güzellik ise bunların toplumda estetik ve ahlaki bir bütünlük oluşturmasını sağlar. Adalet, bu doğruluk ve iyilik platformunun üzerinde yükselen bir çizgidir; güzellik ise bütün yapıyı kapsayan bir üst yapı olarak işlev görür. Böylece İslam medeniyeti, diğer medeniyetlerden farklı bir temele sahip olur. Yunan ve Roma medeniyetlerinde güç, baskı ve tekel temelinde oluşan site düzeni, toplumları hiyerarşik ve ayrışmış kılmıştır. Müslüman toplumda ise erdem, fazilet ve adalet temel alınmış; insanlar ırk, şehir veya sınıf ayrımı gözetmeden eşit kabul edilmiştir. Farabi'nin ifade ettiği üzere, erdem sitesinde "seninki senin, benimki senin; ötesinde ne seninki senin, ne benimki benim, hepsi Allah'ındır" anlayışı hakimdir. Bu anlayış, bireylerin ve toplumun davranışlarını şekillendiren bir ahlaki pusuladır.
Devlet de İslam medeniyetinde yalnızca bir hizmet kurumu değil, aynı zamanda adalet ve faziletin tesisi için kurulmuş bir kurumsal yapıdır. Liberal düşüncede devlet, bir şirket gibi yalnızca vatandaşına hizmet sağlamakla yükümlüdür; oysa İslam'da devletin manevi bir boyutu vardır. Kutadgu Bilig'de de belirtildiği gibi, devletin değeri ve kutluluğu, yöneticilerin erdemli ve faziletli olmasına bağlıdır. Bir devlet yöneticisi yalnızca uzman veya güçlü bir kişi değil; aynı zamanda kendini topluma adamış bir erdem abidesidir. Onun görevi, halkın hakkını gözetmek ve toplumun erdemini yükseltmektir. Bu anlayış, toplumda hak ve adaletin güvence altına alınmasının yanında, bireylerin kendi çıkarlarının ötesinde başkalarının hakkını gözetmesini sağlar.
Avrupa tarihinde görüldüğü gibi, yalnızca adalet veya hak arayışı temelli sistemler, erdem ve faziletten yoksun olduğunda başarısızlığa uğramıştır. Rönesans sonrası Avrupa, bireysel hak ve hukuk kavramına dayanarak ilerlemiş, fakat temelinde erdem ve fazilet olmadığı için sosyal çatışmalar, ihtilaller ve totaliter rejimler ortaya çıkmıştır. Fransız İhtilali, Napolyon'un imparatorluğu, Nazi Almanyası ve Sovyet rejimi, bu erdemsiz adalet anlayışının somut örnekleridir. Sonuçta adaletin, hak arayışının ve güç mücadelesinin erdemsiz uygulanışı, toplumların çöküşünü beraberinde getirmiştir. Bugün Avrupa, fazilet temeline dayanmayan bir düzenin neticesinde, ekonomik ve siyasi bağımlılık içinde varlığını sürdürmektedir.
İslam medeniyetinde ise doğruluk, iyilik ve güzellik ideasının varlığı, toplumsal dirilişin ve istikrarın teminatıdır. Bu üç temel, hak arayışının sadece bireysel değil, toplumsal ve insani boyutunu da kapsar. Hak aramak, yalnızca kendimizin değil, başkalarının haklarını gözetmek anlamına gelir. Bu anlayış, toplumsal erdemin ve faziletin yayılmasını sağlar. İslam'ın dirilişi, esasen bu erdem sitesinin yeniden inşasıdır; hakikate, iyiliğe ve güzelliğe dayanan bir toplumun tesis edilmesidir.
Toplumumuzun geçmişte sahip olduğu fazilet kurumları, erdem ve adaletin işlediği mekanizmalar, bugün büyük ölçüde işlevsiz hale gelmiştir. Bireyler, yalnızca kendi haklarını savunmaya odaklanmakta, başkalarının haklarını gözetme sorumluluğunu ihmal etmektedir. Oysa gerçek fazilet, önce başkalarının hakkını gözetmekle başlar. İslam toplumunda çalışma, yalnızca bireysel kazanç için değil, başkalarının hizmetinde olma ve toplumsal iyiliği sağlama amacı taşır. Bir göreve atanacak kişi, yalnızca kendi çıkarını düşünmez; başkasının hakkını gözetir, yetkinliği ve fazileti doğrultusunda hareket eder. Bu anlayış, toplumsal hayatın sürdürülebilirliğini ve ahlaki bütünlüğünü teminat altına alır.